Avukat Fatma Deniz Bektaş Özbudak 5. bölüm
Çaresizlikte tek çare; kurtulduğunu düşünüp, 'önüne bakması gerekirken'; benim kadar tanımadığı, Mehtap'tan: 'bilhassa' çare umması'... Ne bileyim 'fazlasıyla derinden', mahvedici...
Ve Sıtkı Çalbay'ın bizlere gerçekte kim, nasıl biri olduğunu, beyninin nerelerde, derecelerini, ölçmemiz açısından da çok önemli bir (kaç) ip ucu verdi ister istemez.
Çünkü insanları; başkalarının anlatımı, betimlemesinden; kendi kendileri hakkında sağa sola serpiştirdikleri sunum; duruş, eğitim; yaptıkları, yapabilecekleri ile 'akşama kadar, çevresindekileri kandırmaya çalışır', her ademoğlu.
Oysa 'ainesi iştir', insanların söylediklerine bakılmaz, dediklerinde: 'bazıları'; salt mesleği/işi, kast edildiğini sanır, oysa olaylar karsısında verdiğin tepki . Yani 'aynası iştir'... Yaptıklarıdır.
Eğitim, iş/meslek, statü, 'varlıklı' olduktan sonra, iyilikler yapıp da, 'yer edinip', öyle gözüküp, sevap kazanmakla, iyi insan, 'dindar gözükmekle' falan da olmaz;
Peyzaj Mimarı Turgay Yükseliş, profesör doktor Ömer Özbudak, Doktor Sibel Özbudak Demir, Avukat Fatma Deniz Bektaş Özbudak, sonuç hepiniz tüccar sınız 3 kuruş için adam satan türünden böyle biline..
Ancak 'ucuz' yollu, 'göz boyama', kısa vadede 'sürü/koyun' kandırmacası; devamlı yapınca da aklı başında olanda yediremezsiniz. Aklı başında insanlar samimiyete, insan doğasının, özüne bakar! (Türkiye; o yüzden hala orta cağın sonlarını yaşıyor.)
Kendinden ötürü yada başkaları 'insanlardan ötürü' bir sürü laf söyleyebilir: okumuş, kültürlü/bilgili, statü/mevki sahibi, tecrübeli, olgun falan diye söyleyebilirler. Onlarca, yüzlerce kez iyilikler, 'hayır, sevap' işi, de, yapabilirler!
Bunlar daha önceki göz boyamaları; yapılan, 'sözde iyilikleri' akılda tutup da, 'görmek istediğini görmek isteyenlerin', gözlemidir.
Kimi; birini sempatik bulur, diğeri antipatik ama 'İnsanın gerçek yüzü', karakteri; 'zor şartlar' altında yaptığı, 'işlerde' gizlidir!..
Görmesen, tanımasan dahi, herkesten iyi tanırsın 'özü; mayası; kalıbını'... Şartlar altında yaptığı, ya da yapmadığı, etkiye tepkiyi ya da tepkisizliğini görünce 'anlayan anlar.'
İnsanların gerçek yapı, kişilik, huy ve karakterleri 'yaptıkları ve yapamadıklarında', gizlidir.. Diğer; hal, tavır, duruş, ağzının; laf/edebiyat yapması: göz boyamadır!...
Kaz gelinceye kadar ki verilen yem dir, hepsi tavuk bile değildir.. Çünkü tavuğu gözden çıkartabilmek bile marifettir..
İşin en ilginç yanı: Mehtap da KESİNLİKLE 'beklediği' düzeyde etki yaratmadı Sıtkı Çalbay'ın intihar teşebbüsü; hatta aslında 'hiçbir etki' yaratmadı! Yani umduğu, beklediği etkiyi, gerçekleştiremedi?!!
Demek ki eski romantik filmler, 'bir şeylere inanıyor'. Yanlış öğretmişler.. Oda bir kere inanmış Aşkın falan varlığına... Bu yanlışını da bu güne kadar görememiş, yeterince iyi tecrübe de edinememiş!...
Takılıp kalmış 'bu inanç yanlışlığına', inanca....
'Türkiye'de bir kadın yüzünden kaldım, 'onun yüzünden' Alman pasaportu mu? Artık oturumum dan mı? 'Oldum deyişi de' kısmen bunun ispatı.
Zaten kadınları bu gibi durumlarda 'böylesi zayıf hareketler' etkilemez, bilakis.. İğrenip/tiksinti duyarlar böylesi, zayıflık gösterdiklerinden..
Aynen buna benzer şeyleri de söyledim.. Adamı çok övüyor dunuz, (Oğlum da) met, ediyordunuz... Ama şahsım adına, 'çok üzüldüm' böyle bir hareketini gördüğüme..' Buna benzer, bir sürü şey daha söyledim.. 'Ne yapması gerektiği konusununda 'kafası hem net 'olmasına rağmen', yine de sıkıntılıydı
Her şey planlanmış, kendisi de plana sadıktı ama beklenmedik bir engeldi de bu onun için sadece; duruşu öyleydi, sıkıntılı, herkes üstüne geliyor; üstünde 3-5 ton ağırlık vardı ama daha beterler inden geçmişti. Yeter ki tutunduğu dal sağlam olsun.
Güldü Mehtap Gökşen. Sıkıntılı bir gülüş, idi.. Kahkaha değil.. Diyebileceği hiç bir şey yok idi söylediklerim karşısında. Mehtabın anne babası, dışarıdan başka herhangi biri, yani asıl seveni mutlaka vardır ama ağlarsa anan ağlar demişler veya gerçek akrabası halası teyzesi neyim. Gerçek 'çocuğun!'
Tabi ki yine de çok, çok büyük bir olay... Çalıştığı bir iş yeri var adamın, hayatı var, çevresi, akrabası. Vee, kimin için, ne uğruna; 'ne yapıyor'...
'Dünyadan haberi yok!..'
Hatta var!..
'Kısmen de olsa', olmalı!...
Çünkü bizzat tarafımdan uyarıldı!.. 'Kaldıramamış!..' İnanmak istememiş demek ki, 'gerçeklere!..' Kendi gördüğü, yıllardır tanıdığı, 'inandığı, inanmak istediği, 'MEhtapla ilgili, kendi göz boyandığı, kandırıldığı, 'sahte gerçeklere' sarılmak istemiş, birden başına geldiğinde, sudan çıkmış balığa dönmüştür.. ama bildiklerine sarılmıştır... Uzun bir zaman dilimine yaymalı...
Oysa onun ne kabahati var!..
Yapabileceği bir şeyde yok ki... Kendisinden önce 'yaşanmış gerçekler' idi, herkeslerin bildiği... Her gün, Gazetenin 3 sayfasında 10 -15 yıllık evliliklerde nelerin olduğu, 'nasıl haberlerin çıktığından' habersiz olamaz.. Evet kendi başına gelmesi çok feci.. Bunu kabullenmek kolay değil.
Ama 'adam/kadın' öldürmek, 'hapis boylamaktan' iyidir! BETERİN BETERİ VAR
Çıkartmasını sağlamasını yapsan da, ortaya 'aynen' çıktığı, çıkacak olan gerçekler! Çünkü 2, 2 daha her zaman 4 yapmıştır bunu 3 veya 5 yaptırmak istersen, sorun olup Bağdattan döner. bu ğün ki gibi 3 yıl rötar yaptırıp zaman da kaybettirir. maddi manevi zararı da cefası.
Sadece; niçin daha önce göremediği, 'yine' aldandığı aslında koyar, adama... Hayatın; insanların nankörlüğü!.. 'Unut gitsin', diyeceğim ama kolay değil
Gene, yani 'ego meselesi' aslında... Bel ^'bağla' dıydım, 'inanmıştım'. Arabesk, efkar, melankoli ve megalomanlığa dönüşür. Çünkü Mehtap,
ihanet, yalan, sırttan daima vuran kalleş, kötülük, Şeytan'cık'ın ta kendisi.
'Helal süt emmiş', demek ki, 'gerçekten kimse yok', demiştir!.. Diyecektir, demeli de bence sadece.. Mehtap Gökşen -Çalbay aklı sıra Oskarlık oyuncu. Ama devam ettirisren ödülü veren, yücelten, besleyen kendin olursun!
Eğer başından, benzeri, bir kaç şey daha geçtiyse, eminim ki geçmiş, çevresinden de duymuştur!.. Ama yine de inanmak istediğine inanmıştır!..
Çünkü feci inandırmıştır Mehtap kendine.
Oysa onlarca yüzlerce, tonlarca açık vermiştir, Mehtap!.. Geçiştirmeli konuşmuştur hep; oysa mağdur olan 'daima upuzun 've sürekli uzunca, açıklamalı konuşur, benim gibi, kendine yapılan haksızlıklardan. Etkisinden hiiiç kurtulamaz. Anlatamaz ise daima, dalgın olur. Ancak suçlular, o konuyu; eski mazilerini evvela bastırırlar, sonrasında da, suratlarında 'belli bir nahoş' tebessüm ile 'olaylardan' bahsederler. 'Suçlamalarının ağırlığı, derinliği yoktur!..' Ancak üstlerine gidilince, korkudan, köpürüp üstlerine gidilmesinden hoşlanmayıp sürekli bastırıp, öfkeyle, bağırarak, sinirle geçiştirirler!
Aynı zamanda, demek ki, aslında Sıdkı Çalbay'ın; hayatı mayatı, 'gelecek inancı', dostu akrabası önemsediği, önemseye-bileceği, bi kıçı kırık, dünyanın 'en adi' insanından başka sarılabileceği... gerçekte... 'hiç biri şeyi de... aslında... 'yok... imiş!... Hayat bu olabilir, benim de gerçekte pek yok.
Üstüne falan gitmek istemiyorum. Yanlış anlaşılmasın.. gitmek istersem, çok feci gider, bu cümleleri de çok farklı bağlar, bitiririm.. Öyle bir malzeme, açık veriyor ki, cılkını çıkartırım istersem ben.. Gerek yok benim 'öyle bir şeyi' yapmama. olaylar zaten ortada ben bilinmeyen hiç bir şey söylemiyorum. Sadece altını çiziyor, normal , herkesin yaptığı, yapacağı; gözlem yapıp, mantık yürütüyorum... Kişiler; kendileri ortada yokken; ama herkes, herkesler hakkında arkalarıdan, akıl, fikir, mantık yürütür.
Kendisi de ister istemez onun bunun, benim hakkımda yürütüyordur. Mehtap hakkında da oluşmuştur, yürütmüştür.
İnanç sistemiz; elimizde ki veri; beynimizdeki en güncel bilgiler doğrultusunda değişir!.. Kişiler; olaylar hakkında, 'yanlış bilgilere' sahip isek, yanlış kararları da 'o yüzden' veririz.. Elimizdeki bilgi, veri, kaynağa göre, 'gerçekler' ve de dolayısıyla 'inanç sistemimiz' de değişir.
Zaten kimsenin karısını ve çocuğunu kaybeden bir adamdan kolay kolay hemencecik 'hayata tutunması' bekleyemeyiz. En boktan karı da olsa Mehtap sadece Sıtkı Çalbay’a iyi davranıp fevkalade karılık yapmış olabilir. Bir kadın sevince elinden gelenin en iyisini yapar, sevdiği adam uğruna; iyi yanlarını gösterip, görüp geçiş döneminde Mehtap ve oğluma sarılıp geçiştirip tutunup atlatıp, kurtulmuştur. F. Nietzsche gibi düşünmeli Mehtabın yaptıklarını, benim söylediğim her şeyi, bu yazdıklarımı da.
'Beni öldürmüyorsa, öldürmediyse daha da güçlendireceği, güçlendireceğinden emin olabilir. Mehtabı tanımadan da dünyayı bildiğini, gördüğünü sanıyordu.
Şeytanla raks yaptı, daha ne ister ki insan, her şeye rağmen ucuz kurtulup, alt etme imkanına bile sahip... ama zayıf karakter gösterirse, Mehtap bi kenara atıp da yoluna devam etmezse, kendi egosu, kendini bitirir. ta İstanbul'dan beri 3 yıl önce uyarıldı. kendisi net göremiyorsa akrabalarından birine sorsun. Onlar dışarıdan daha net görür!
Biliyorsunuz 'Hayat; kendini alt eden inmiş!'
Merak etmesin ben işareti alırsam bir günde bile indiririm bu yazıları
Bir şekilde kendini içkiye falan vermeden işine vererek ayakta duruyor; bir şekilde hayata tutun duysa; hep bir ağızdan, herkesler 'helal' demesi lazım. Der de!. Ben de derim: Helal olsun!
Ben bile 'çok daha azı durumda' yapıp kapatamadım, geçmişi... Gerçi onun seçeneği yok idi. Yapabileceği bir şey de... ne zamanki benim de yapabileceğim bir şey kalmasın, bende önüme bakabilirdim. Evladım hala yaşıyor. Kimileri başka bir hayat kurar ve devam edebilirler. Bende devam ettim ediyorum Çünkü hayat devam ediyor. Çocuğuma öyle yada böyle bakılıyor olması yetmiyor bana. Ben kendimi özel buluyorum dolayısıyla benim oğlumda özel. Kasap sevdiği eti yerden yere vururmuş ben de oğlumu gerektiği kadar yerden yere vururum.
Dünyayı ateşe verince 'daha huzurlu oluyorsam' demek ki en doğru karar da odur!
Ve unutmamalı akılsız bir dostun olacağına, insanın akıllı bir düşmanı olsun doğru mantık yürütebilen. Eminim her erkek Mehtaptan, bin kat daha iyi düz mantık yürütür. Mehtabın tek bir kozu var lehine işleyen! Mantıksızlık! O da geçici mantık/mantıksızlıktır. Henüz koskocaman bir yılan olarak kendi kuyruğundan kendini yediğini görebilmekten, kör ve aciz olan, bir yılan! Ama nereler vardığını artık bizler büyük resimden görebiliyoruz!
Kaderin cilvesi; Oğlum ile eski karıma; onlarda; ona tutunup, hayata sarılmıştır!.. Sarılıyor.. Ve maalesef benim de daha doğrusu oğlumun da hayatıyla oynayarak çakışıyor, onun hayatı. iyilik yaptığını sanarak kötülükler de yapabilir insanlar.
Kendilerini alet edip de kullandırırsa da. Kullanılıyor!
'BAZEN' kaybetmek kazançtır. 'Bunun' erdemine varan, 'hayatı çözmüştür!' Öylesi, problemli bir çocuktan ve kadından da kurtulmak da büyük bir kazançtır. Sonsuz özgürlüktür.
Ve Sıtkı Çalbay, O tutunduğu hayatı, onu muhafaza etmek adına da her şeyi göze alıp, 'gerçek anlamda' intihara teşebbüs etmiş olmasına, bile inanırım.
Sadece Mehtap gibi 'boktan bir kadın uğruna olması' beni paraladı. O kadar üzüldüm ki;
Bıraktım resmen o dönemde kendi sorunlarımı, oğlumun geleceğini... nasıl olsa 'yanımda artık'.. Bir daha Türkiye'ye göndermeyi veririm olur biter.... İşin kötü yanı, sadece Mehtap ve de oğlum şahidimdir. Gerçi yanılmıyorsam söylemiştim telefonda Hatice Gökşen'e. psikiyatrlara da, herkese aslında. 2 kişinin bildiği, gördüğümüz gibi bende de hiç bir zaman 'sır olarak kalmıyor', kalmaz da. Hiç kimsede!..
Vay be dedim içimden: 'Var mı bundan daha kötü, vahim bir şey! Olabilir mi?. (Vardır tabi ki binlerce daha beteri ama..)
Dünyanın istisnasız en kötü kadını uğruna... 'bir hiç' uğruna.
Ve bilememek bile... bok yoluna gittiğini!... Bilip de gitmek daha mı kötü olur diye bu satırları yazarken de aklından geçiyor insanın..
En güzeli tabi ki 'kısa, az süren bir acı..'
Hemencecik rezil olmuş olmayı, üstüne alınmış olmayı bırakıp, etkisinde kalmamak : Gerçekler ile yüzleşip.. hayata teşekkür edip yoluna devam etmektir.. Ama bazıları tek başına kalmayı beceremezler... Kolay bunları şimdi böyle söylemesi, ben olsam 'bende kesin' yapamaya bilirdim 10 -15 yıl önce..
Çünkü uzattıkça bu kadın ile kendisini öyle çok da güzel şeyler bekliyor olması imkansız kendi bilir. ilk 3 yılı atlatırsa ben bile mecburen desteklemek zorunda kalacağım. her türlü maddi manevi. Ama şimdilik yaptığımı da yapmak zorundayım.
Ama yok ya: benim için; eski karımdan ötürü en ufak dedikodu da; varsayım, ihtimalinde; bile çok feci ömürlük huzursuz olup, dünyanın istisnasız en güzeli karısı olsa dahi 'direkt gözünün' yaşına bakmaksızın, boşarım. Boşardım! Ki Mehtap içi dışı, aşırı çirkin bir kadın!
Belki Sıtkı; öksüz olması ile, yuvasının da elinden alınması/gitmesi...(vefat etmeleri yani) illaki , zorla 'kendi yuvasını inşa etmek istiyor' olması... Ne bileyim çok şey söylüyor... ama dışarıda Sıdkı gibi adama, yuva olmak isteyen yüz binlerce kırık yuvalar var!! Hatta çok istesin eline; 'el değmemiş' 25 *30 yaşında bakire Hatun bile bulur, var, çok yani.. bana Siberalemden bile denk geliyor, geldi, 29 yaşında ve bir tane de 35 lik bakire güzel.
Mehtap'dan da güzeller.. Babam bile buldu; gazete deki evlilik ilanlarından 55 yaşındayken, kendinden 25 yaş küçük bakire, üstelik 'öğretmen', hatun!.. 20 yıldır da evliler.
Sıtkı Çalbay çok daha iyisini hak ediyor, eder, bildiğim, gördüğüm kadarı ile, değilse kendine eder.. kendi bilir..Aşk adamın gözünü kir edermiş, hem yadırgarım hem yadırgamam, üzülürüm, acırım ama tanımıyorum etmiyorum, kendi bilir dünyada milyonlarca insan var, istediği hayatı yaşıyor. kime ne.
Herkes, yapması gerekeni yapar! Ama onun ki 'yapması gerekeni, yaptığını sanmaktan, öte olmaz, gerçek, doğru olanı, seçmezse.
Ama işte maalesef, herkes tabi, aynı ölçüde gerçeklerle yüzleşemez. Mevlana'nın dediği gibi 'En çok neyi ister isek, o bizim imtihanımızdır!
Her şeye rağmen birden: 'ucuz kurtuldum' da diyebilmektir. Sağlıklıyım, işim var, gelecek umutlarım, apaçık vs ..
Başkalarına, 'kaptırdığı' parası, onca yıldır yaşıyor iken, onsuz yapmak zorunda kaldığı bir öz oğlu yok, benim gibi!.. ve böylesi bir şey ile yaşamak zorunda da değil. Örneğin ben buğun öğrensem. Mehtabın benimleyken başka bir erkek ile bir geceliğine falan beraber olup da beni provider yani varlıklı iyi durumda olup da imkanlarından paramdan ötürü, bakıcı, uzun soluklu yetiştirici ama gidip de Alfa erkeği genleri' daha güçlü erkek arayıp da buluyorlar mış..
Dünya genelinde, kadınların yüzde 30. Yani dünya genelinde aslında, çocukların 'yüzde otuzunun gerçek babası' farklıymış. bunlar Akedemik dergilerde konuşuluyor, yazılıyor. Kimi kaynaklar (bilinen) yüzde 15 civarı diyor, kimi yüzde 30.
Hatta oğlumla bile bu konuyu konuşmak zorunda kaldık: İğrenç bir şey oğlum senin bile 'benim gerçek oğlum' olmama durumun var. ama insan alışıyor kısa vade de de olsa gidip de DNA testi yapıp da 'oğlum çıkmama durumunu' öğrensem bile, bunu hazmedip kabullenmek çok zor!..
Çünkü bu yaştan sonra öyle bir şeyin gerçek olmasını, ben bile istemem! kaldıramam. Kabullenebilmeyi başaramam belki. Boktan hıyarın biri de olsa seviyor insan işte gerçek oğlu misali! O yüzden çok da yadırgamam seni.
Ama bazı şeyleri hemencecik, kayrayıp, gerçeklerle yüzleşebilip, arkada bırakabilmek mümkün değildir, bir çokları için..
Uzaktan; başkasına projekte etmek, kendinde olsaydı misali; belki uzaktan, 'büyük resmi' görmesini sağlar!.. Kendi olayların içinde olup, Mehtap ve ailesi tarafından 'yıllar önceki yalanlar, servis edildiğinden' aklında onlar, olanlar, kaldığından; sadece bir bakış açısı ile baktığından...
ben de 7 yıl zarfında hiö uyanmadım adam belledim sonra bir günde patlak verdi ama yine de kavrayabilmem kaç ayımı aldı.
Ama şimdi, bir de madalyanın öbür tarafı, benim bakış açım ile de olaylara bakmalı ki, tam net görebilmesi sağlanmalı.
Bunlara rağmen de görmek istemezse, bu da bizlere, hakkında çok şey söyler!
Bu gibi konuları konuşabileceği başka arkadaşı akrabası da yok ise işi zor! Çünkü dönüp dolaşıp Mehtaba sormak zorunda kalacaktır.
Ama yinede EN ve TEk doğru karardır. Ama dedim ya ancak hayatını 'gerçekler üzerine' kuranlar bunu yapabilir. Hangi gerçekler!. Birçokların apaçık gördüğü, kabullendiği, kimilerin ise ancak yıllar sonra göreceği ve kimilerinde ömür boyu göremeyeceği kabullenemeyeceği, gerçekler!
Mehtap hem tabi ki biraz, hatta çok da etkilenmiştir, bu intihar teşebbüsünden kafası karışmıştır.. ama kesinlikle Kocasının umduğu, beklediği etkiyi yaratmamıştı.
Tarafımca; onlarca; yüzlerce sayfalarla Uyarılmış bir kadın uğruna... Adama; akrabaları, arkadaşları, dostları, herkes güler. Nasıl olur da ciddiye almazsın ateş olmayan yerden, böylesi ispatlı bir duman çıkar mı vs vs...
Neyse, benim salaklığıma, dua etmeli... Bu salaklıkları m yüzünden düşmanlarımın bazıları saygı duyma nezaketini gösteriler, düşmanın akıllısı da bu yüzden yeg tutulur, dostun akılsızı na
ama yine de: Maalesef ki oğluma kavuşmak için Mehtabın ve bazılarının bana yaptığı acımasızlık ve gaddarlıktan daha çok gaddar davranmalıyım... yerine göre
Sırf isterse (Mehtap dan fazlasıyla daha) zeki olan biri, Mehtabın yaptığının aslında 10 katını Mehtaba ve ailesine yapar ederi de gösterebilmek önemli, bu salak tayfasına.
'Kusura bakmada bayağı üzüldüm, inanç sistemi daha gerçekler üzerine oturmamış bu adamın!..' Ama; 'böyle bir adamı da; ' daha zor... bulursun!.. bundan sonra... bunu.. bil...'
'Ben biliyorsun; buraya geldiğinde de: Hollanda da birini bul, bulmalısın... Senin gibileri yapamaz, kendi ile yetinemez.
İnsanlar özgüdür belayı arayıp bulmak ondan sonra da ondan derhal kurtulmaya çalışmak! A. Shoppenhour.
Yok aramam, istemiyorum falan desen de arayacaksın, (öyle diyordu çünkü sürekli) ARAYACAKTIN, ben (seni gibi) insanları biliyorum!..
Çünkü hayat tek başına yaşamak için yaratılmamış vs.
Yani eninde sonunda burada Hollanda'da birileriyle yaşamını birleştireceksin. Benim tavsiyem onu da, hala Hollanda'ya getirmen...
Ben de(gerçi benim şahsen umurumda değil de) oğlum da , çokça, zırt pırt... başka aday ve beraber yaşayıp da ayrılacağın 'adamda hoşnut olmaz kaldıramaz. kimsenin hoşuna gitmez.
Yeniden koca adayı bulma, aramaların, 'ömür boyu sürüp de', avucunu da ' yalaya bilirsin!'
Bunların hepsi saatlerce, günlerce konuşuldu! Düşünüldü!
Nereden icap edip de, söyleyip, deyip, 'üstelik bir de yazdıysam!'
Ama işte, insan, o esnada bir şekilde demek ki derin etkileniyor... Yani bazılarımız!
Galiba işte, buradaki salak, insani, 'yetiştiriliş tarzımız' ortaya çıkıyor!
Buraya gelsen de, burada falan daha artık böyle bir adam bulamazsın... Beni biliyorsun 'ben aşka' falan inanmıyorum.. Nereden icap etti de dediysem böyle salak şeyler.. ama dedim işte ... En son söylemesi gereken kişi de aslında tabi ki , ben idim.. Tanımadığın oğluna da 5 yıl emeği geçmiş bir adama evvela bir insan sonra da bir erkek olarak gereken içsel saygı, hürmet hiç tanımasam da; insan hayatı oluşu vs..
Kadınların böylesi durumda/zamanlarda kesinlikle hiç bir erkeğin gözünün yaşına bakmadıklarını biliyor; okumuş olmamdan kaynaklanıyordur.. Aslında kendisini de toparlayabilirdi.. Ama hiçbir zaman olayların altında yatan gerçekleri bilemez çözemez, yıllarca kafa patlatıp, harabeye dönüşebilirdi. On bin ler cesin de görüyoruz bunu.. Mesele aslında ayaklar altına alınan egoya dönüşüyor. Meydanda milyarlarca başka kadın var.
Mehtabı da tabi, 'nasıl olduysa' , anlık bir gaflet ile ve 'son hafta, aylardaki bana normal insanca davranış şekli, gönlü, kafası, geleceği bende olduğu için , 'adam/ insan', yerine koydum!.. Nereden esip de 'öylesi zayıf düştüysem', düştüm..
Kadının kocası kaç gündür hastanede yatıyor. Bu bile kadını, ilk etap da, 'kocasına yaklaştırmaya', yetmedi! Ama benim salaklığı m yüzünden, yukarıdaki lafları söyleyince, tekrardan başlangıçta istemeye, istemeye de olsa , çaresiz Kocasına karşı yumuşayıp, düşünüp kocasının koynuna girdi!...
Resmen bana sordu; ne yapayım, ben sana güvenirim; sen böylesi durumlarda bile en doğru şeyi, her zaman, her şart altında söylersin, gibiler inden bir şey söyledi, ama O bile beklemiyordu belki de söylediklerimi..
Karı milleti: 'madem beni sevmiyorsun, istemiyorsun; bende beni isteyene, gider, burnundan getiririm; de der.
Hani aslında gerçek niyetinin o olduğunu sanmıyorum da.. oğlunun yanında olmak istiyor, ömrünü geçirmek istiyordu, eh sen de bunu sağlamayıp gerçekleştirmeyince. Kafası ancak, anladığı, kendi işine gelene, çalışıyor.. Öyle mi; o zaman al benden de sana böyle!
Ve tekrardan aile oldular... Duygusal yönden de tabi ki tekrardan birlikte olup Mehtap da bana karşı eskisi gibi 180 derece BİRDEN değişti.
Ben bu filmi daha önce bir yerlerde görmüştüm oysaki.. HEM DE KAÇ KEZ!.. Sadece Mehtap da olsa!..Ama yine de yadırgıyor insan onca meramımız oldu diyorsun. saygıdan cesaret edemez diyorsun. Tınnı umurunda bile değil ki. Çocugunu sadece tekrqar yanında istiyor gerisi ikincil, üçüncü sorun.
Bendeydi; bende değil, başkasındaydı! (Nadir Can Seviş)
Mehtabın Anası; kafasına bi vurdu: adamdan ne istiyorsun gayet düzgün bir oğlan (benden ötürü)
'Bahaneler uydurup durma', dedi;
Anası:
'koynuma tekrardan girdi..'
Bu kez de Nadir Can Sevişe soğuk davrandı.
'Nadir dellendi, Çıldırdı, üstelik benim evime, Mehtabın kocasının Hollanda'daki ev adresine, ofis falan da değil kimsenin bilmediği halamın kızana ait olan ev telefonuna.. (orada ben nasıl olduysa uyanamadım, işlerimin karışıklığından)
Eve kızgın telefonlar yağdırıyordu 'birileri.'
Türkiye'den bi 'telefon sapığım' dadandı Türkiye'den babamın adına açtırttığı m telefonuma dediği şahıs. Yıllar sonra: Mahkemeden telefon dekontlarından; kimlerle telefon görüşmesi yaptığının ayrıntılarını isteyince: telefon sapığı dediği, evliyken aşık olduğu sevgilisi Nadir Can Seviş Çıktı. Resmen çıktı ismi! Telefon numarasının kime ait olduğu; nerede oturduğu; telefonu dahi nereden satın aldığı kaçta aradığı, saati, dakikası, saniyesi, günü ve yılı itibari ve kaç dakika konuşulduğunu göstermesi itibari ile..
Her şey Mahkeme tarafından ortaya çıkartıldı. Mehtabın babasının adına kayıtlı olan telefon numarasına ve numarasından aranan, Türkiye'den döner dönmez gelen, aranan telefonların numaraları, tarih ve saati itibari ile yazıyordu. Ve Hollanda'ya geldiğinde, Mehtaba gelen telefonlar, benim koynuma tekrardan girdikten sonraki, Mehtap tabi anında kesiyor irtibatı... Birden tekrardan seven, 'sadık' bir kadına dönüşüyor. Gelen, çaldırılan, telefonlar, tarafımdan açılıp alındığında, kapatılan ama bir kaç saniye konuşulmadığından ortaya çıkan, hal durumu birdiren, inkar ve yoruma açık olmayan;
ihanetin belgesidir bunlar. Daha önce yayınladım, her aile sülaleye gönderdim kim bilir, kimler tarafından hasır altı edidi. Ama mecburiyetten gene yayınlayacağım!
Olacakları neden, öngöremeyip akıl edemediysem, oysa ki: sana ne, adam geberip gidiyor, orada...
Beter olsun, ölsün de, ekmeğine yağ sürüyor, de gitsin.
Ama işte Bedeli çok ağır.. Diyemedim diyemezdim, Ama diyemediğimi pişman ettirdiler bana..
Oysa bırakacaktım: Mehtap gözünün yaşına bile bakmazdı!.. ben umursama-saydım.
Bir çokları burada: 'karı elden gidiyor' diye. Sazlarını tekrardan akort edip bağlama çekerlerdi.. iki vaad, iki duygusal laf.. Mehtap tav. Aynen yoluna devam. Ben birincil olarak çocuğun derdinde olduğumdan ,göremedim tehlikeyi, onca şeyden sonra yapmaz artık diyorsun.. ama kimsenin gözünün yaşına bakmıyor, bakmaz kendi menfaati gelince, ben ancak en son Çare de hele bi kalleşlik göreyim. daha bu güne kadar yapmadığım şeyleri de yaparım. ama eşit derecede başkalarının kalleşliğin i de görmeliyim ki.. Sıtkı Çalbay'ın da bana resmi kalleşliğin i uyarıdan sonra görmeliyim ki. O zaman kana kana, göze göze, dişe diş, der adam yerine koymama hakkını elde ederim. Bir çokları için oğlumu orada tutmaya çalışması bile yeter ama kim bilir Mehtap nasıl işlemiştir onu.
Okuma ve algılama özürlü bu sefer de çıkarsa yapılacak bir şey yok!
Acıyana acımazlar, kıyakçılığın sonu ayakçılık.. perşembenin gelişi çarşambadan belli olmalıydı... vs vs
Ama yeni bir boyut kazandı: ortak çocuğumuz, Mehtap akıllanmış.. tecrübe lenmiştir... kaderine razı olur.. burada okuturuz, çocuk ta gelip gider falan diye düşünüyorsun!
Her iki tarafa da uyacak 'orta yollar' sunacağını, falan sanıyorsun: Mehtabın aylarca gönlü benden taraf (ılımlı) olup da alışınca.. ama yokki kitabında yazmıyor. Ya herro ya merro.
Kadınlar/Mehtap kimden yarrağı yemeye başlarsa/başlayınca, gönlü kimden yana olursa; ' onun borazanlığını' yapmaya başladı.. Birden yine 180 derece. Anında oğluma, 'olayların gelişimini', aynı yukarıdaki cümlelerle naklettim..
Mehtap, 'böyle bir ikilem içerisine': bir daha 'bok' düşer!
Ama neylersin; kadının aklı, mantığı; adam gibi 'düz' çalışmıyor ki! Tabi Sıtkı Çalbay'ın istek ve imkanları doğrultusunda; hareket etmekle, kısıtlı artık!
Demek Türkiye'den ayrılma imkanları yok!
Benden neyin medet-ini umuyordu bilmiyorum; ama kadınlar ömür boyu erkekleri, 'böylesi', bazen günlük, bazen haftalık ama mutlaka bir kaç ayda bir: test ederler!.. Hep kararı, sana bırakırlar, sonra da: 'ben sana seçenek sundum'; sen ise seçimini yaptın, yaptırtın diye... kabahati bile sana,
başkasına atarlar. Hiç kendilerinde kabahat gördükleri görülmemiştir. Görülmez!
Oysa bana niçin soruyorsun? Sana, çocuğuna bakan eşin/kocanın bir zamanlar sevdiğin adamın hayatı. Ben de bir zamanlar öyle idim kusursuzdu m, o da eminim kusursuzdur, 'hele hele sana oranala'!..
Her şey de insan hayatının üstünde değil ya.. Çok net biriyim ben; defalarca da söyledim.. Umma, bekleme, benden bir şey, benim yapabileceklerim var yapamayacağım şeyler var.. Beni; gayri samimi olmaya zorlama!.. Senin yerin burası, çocuğunun geleceğini düşünmelisin ilkin, gerisi teferruat.
Kocası ile bir olunca burada okula giden çocuğu oraya tekrardan göndermemi istediler. Birden Ardanın geleceği, şu bu, hepsi, her şey, ikinci üçüncü plana indi.
Dedim: bunu yapamam, deli misin, çocuk oyuncağı mı bu iş. Kocası hala ona güvenmiyormuş da bilmem ne!.. Çocuk bir Türkiye'ye gelmesi gerekiyormuş sonra yine gönderecekmiş falan; palavra tabi de gerçekte olabilirdi konuşmuş olabilirler de. gelmeyeceği gönderilmeyeceği kesin idi..
Sonradan da her türlü iğrenç ucuz numarayı Fatma Gökşen bile denedi, bir kaç ay sonra da Mehtap sıdalanmış hasta düşmüş, çok acil göndermem gerekiyormuş falan filan... Biz sanki baba değil, duygularımız yok, asker bavuluyuz.
Buradan öyle izin almak falan kolay değil.. tatillerde gönderirim. Tutturdu illa şimdi.. Buranın da milli eğitim müdürü var hatta çok feci cezalar falan da kesiyor ve de gönderirsem artık geri gelmeyeceği de kesin.. Yok her türlü söz, göndereceğim falan demesi.. Mehtabın gönlü, kafası başkasına kaydığında, borazanlığını yaptığında ANINDA anlıyorum..
Ses tonundan, duruşu, hal, tavır, cümle kurmasından. Ama o aklı sıra yedirdiğini sanıyor! Yıllar boyu onlarca, yüzlerce insanları kandırmayı başardı, başarmış ve de çok feci, 'vaktinde yakalanıp' da suratına 'vura bilen olmadığı sürece' de işlemiyor da artık.. tamamıyla yüzsüzleşmiş.. Hala yüzde 60 tutturduğunda bunu hala başarı sayıyor!
Çünkü; 'O esnada günü kurtarıp, 'başarı' getiriyor ve 'işi götürüyor'. Yıllar, aylar haftalar sonra, vay yakalanmış, aksi çıkmış söylediğinın; bastıkça herkesten feci inkarı, kim ne diye bilip de, kim ne yapabilmiştir ki!
Ben yüzüne, 'ne küfürler ettim yine.. Dünyanın gözü önünde de Yazdım; her türlü yalanını... 'Hala hiç kimse' ayrımının, 'farkına bile değil, varamıyor da :)
Niye yapıklarını başarı saymasın ki. demek yeterince gerçek zara açmamış bazılarında.
Gönlü Nadir can sevişte oldugunda da anladım inakar etmişti ortaya yıllar sonra çıktı.
Gönlü 'Sefer/Zafer Çorak'a' kaydığında da, apaçık ortada idi, ama sadece kime kaydığını o esna dada o günlerde bilmiyordum.
Bir kaş yıl sonra o da çıktı. Benimle olanları da şimdi bir kaç yıl sonra. kocası taşları yerine oturtacak. olanlar hep oğluma olacak!
Şu anki Kocası Sıtkı Çalbay da artık öğrendi, biliyor, dank etmiştir bir şekilde. Mehtabın 'O meşhur' bahsettiğim hallerinden... Hala buna rağmen 3 maymunu oynarsa. Ne diyeyim artık... ama Çakmış öğrenmiştir.. Gönlü 'kendinde' olmadığı dönemleri..
Mehtağ Gökşen’in söylediği yalanlar öylesine belli oluyor, öylesine açık ki..
Hani okul tatilinde gönderdiğimde de, geri göndermeyeceğini, neredeyse yüzde yüz biliyordum. Ama oğlum beni bu kez kandırdı, sen merak etme baba, ben yüz de yüz, ne yapıp edip, geri döneceğin vs aslında kandırmadı kandırmadı da göndermem gerekiyordu, bu yıl olmasa da seneye mecbur göndermeliyim çocuk alışmıştı arkadaşlarına. Aslında başka birisi oyalar kandırır durur. Bahaneler uydurur çocuğa, ta ki unutana kadar!
16 ekim 2015 saat 05.07
Ve de onlarca binlerce başka etkenlerde vardı tabi ki göndermemde, ben ilk etapta 2 -3 yıl kesinlikle göndermeyi falan düşünmüyordum. Sırf Mehtabın geri
göndermeyeceğini bildiğimden, değilse niye göndermeyeceksin? Sonuçta O da anası...
Sana karşı yıllardır gaddar, acımasız olup da oğlundan edene, gaddar olmak hiç de zor değil..
Bunu oğluna söylüyorsun o da Allah'tan anlıyordu..
Gönderirsem Annen kesinlikle geri göndermeyecek. Çocuklar da garip bir şekilde bunu ve buna benzer şeyleri bile oyuna dönüştürebiliyor.
Ardan'ı Erol Şimşek’i annesi Mehtap Gökşen Çalbay ile konuşturuyordum O bile: 'Evet, baba, kesinlikle geri göndermeyecek..' diyebiliyordu kendiliğinden.
Sen iyisi mi, beni gönderme Türkiye'ye diyordu resmen. Ama garipsiyordu: Ya niçin anlaşıp da çocuk için en iyisi, neyse : iki veli 'orta yol bulmuyorlardı' ki!
Her yanı, her tarafından, apaçık, resmen akıyor, diyordu, bu kadının.. zaten geri göndermemekle savaş açtı bana nasıl cesaret edip de artık bana gönderecek ki ömür boyu. zaten umurunda değil ki.
Ama mutlaka Arkadaşlarını görmek istiyordu, onlarla yatıp, kalkıyordu. İstanbul'daki Arkadaşlarını özellikle, çok özlüyordu. Çünkü onları tam 2 yıldır görmemişti. Hem Ereğli'deki arkadaşlarını da çok özlemişti.
Çocuk aklı ile; anne, üvey babamı görmesem de, dedesi anne annesini de görmese, ama 10 gün arkadaşlarımla gizli gizli buluşsam da, olur mu acaba, diye.. yüksek sesle düşünüyor, fikir yürütüyordu!
Sen beni götürsen, orada otelde kalsak; veya annemlere bıraksan falan filan.. İnsanın içi gidiyor, arkadaşlarını bu kadar özlediğinde; diğer yandan da aynı şekilde bir başka üzülüyorsun; çok fazla o yaşlarda 'arkadaş' yanlı olmasına.
Tabi 'herkesin senin oralarda arkadaşların ile oynadığından' haberi olur, 'gizli kalmaz böyle şeyler' falan diye söyleniyorsun. Bazı şeyleri tam anlamıyla idrak edemediğini, fark ediyorsun.
Büyük resimden baktığımda öyle çok da kafama taktığım şeyler değildi açıkçası, 10 yıl göndermemeyi ben de beceririm, kötü niyet devreye girince ve de istedikten sonra.
Mehtap Gökşen ile ta çocuğu web cam üzerinden görmeye ve ilk tanışmamıza kalkıştığımızda, oğlumun hemencecik ilk görüşmelerimizde, 5 DAKİKA içinde, hem benimle sohbet, aynı zamanda da Wolf Team oyunu açıp da diğer yandan gizli gizli sürekli yani her defasında böyle bir şeye kalkışması, beni acayip rahatsız etmeye başlamıştı.
Mehtaba sordum, normal mi buluyorsun çocuğun bu hallerini?
Bunlar normal hareket değil, çocuk çok çabuk sıkılıyor, dikkati dağılıyor. Kafası sürekli başka yerlerde, beyni bi saniye boş durmaya gelmiyor. Kendi yaptığı, düşündüğü, önemsediği şeylerin dışında, hiç bir şeye saygısı yok. Önemsemiyor, Önemse- ye- miyor. Müthiş bir konsantrasyon sorunu var!..
Bu konuyu 'direkt dile getirmemi de' kamera çekiminden görebilirsiniz.
Neyse çocuk buraya gelir gelmez, ben tabi ki çocukta, bir sürü başka ufak rahatsızlıkların farkına vardım. Çocuktaki, 'bir çok durum', normal değildi.
Berbat edip, mahvetmişlerdi çocuğu falan diyebilirdim. Birçokları der bu durumda 'koz olarak da' kullanır.
Benim dışımdaki herkes, bunu koz olarak kullanıp; Hele Mehtap gibi 'bir pisliğin' eline böylesi bir koz düşsün; cımbızla içinden lehine kullanacağı şeyleri, tipik kötü niyetli insanların yaptığı şekilde yapar, yapıyor da sürekli!.
Tabi ki çocuktaki bu problemleri, gözlemle ye-me-mekte, ' düşündürücü!..'
Konsantrasyon sorunu olduğunun farkında idi. Diğer kendine has 'konuşma ve hareketlerini de' gözlemlemiş. Öğretmen, arkadaşlarının da bazı hal ve hareketleri konusunda 'uyarmamaları tuhaf' olurdu.
Evet, zaten uyarmışlar. Ama sadece kafası, 'gözleri sürekli başka yerde olsa da' dinleMİYORmuş gibi gözükse de 'her defasında' dinliyormuş!.
Çok rahatsız edici bir şekilde, böyle bir sorunu var idi.
İlerde böyle: patronu, iş, aşk ve arkadaş ilişkilerinde de böyle olursa, çok ciddi sorunları olabilir.
Dikkatini, size veremiyor. Beyni, gözleri direkt başka meşgaleler arıyor. Anında dalıp kendi dünyasına kayıyordu. banyoya girdiğinde resmen yarım saat çıkmıyor kendi kendine 'kendi dünyasında' o kadar mutlu ki 'dalıp gidiyor sürekli!'
Gözden kaçmayacak şekilde belirgindi.. Ciddiye almamak da mümkün değil! Evet, okullardaki hocalarından bazı uyarı gelmişti Ardanın burada değil, dikkati sürekli başka yerlerde, çocuk hiç present (o anda, o saniyede, moment de) değil. Onunla konuştuğunuzda da size bakmıyor! Konu kendini ilgilendiren şeyler olursa okey, o zaman sizde. Sizden bir an önce sözü alıp da konuşup coşunca, keyfine diyecek yok. Ama dinlemek mi. O Ha!. Lafınızı nerede böle bilirim, kesebilirim, diye fırsat kolluyor sadece! Ne diyeceğiniz ne demek istediğiniz bildiğini sanıyor ne mümkün
Dikkati, ruh hali başka diyarlarda, yani 'kendi hayal' dünyasında... Konuşurken, insanların gözlerine kesinlikle bakmıyor, başka işlerle meşgul, sanki sürekli.
Allah'tan 'bir de', içine kapalı biri değil. Bir de 'öyle olsa' tam kayıp!. Olanları da göremezsiniz.
Çocuk çoğu zaman yüksek sesle belirgin bir şekilde kendi dünyasında kendi kendi ile konuşuyor, paylaşıyor, küfrediyor, uzun uzun cümleler kuruyor!!..
her oyun oynadığında. Gidişat vahamet!
Devamlı zaten Hiper aktif olduğundan yerinde duramıyor. Tek başına oyun oynarken de insan ara da bir birileri varsa küfreder, nakarat atar, bizim ki hiç durmuyor! Bir şeylerle meşgul değilken hele , çenesi de hiç susmuyor, susamıyor, duramıyor.. .. Elinde değil Tedavi olmazsa da büyük bir sorun. Ömür boyu kimse çekemez, çekmez , onu böyle. anneye anlatıyorsun.. Tınnı!.. Ciddiye almıyor ki beni!. İstanbul'da bir dangalak doktorun Mehtabın oğlumdan ötürü konsantrasyon sorunu var hiper aktif demesiyle o yaşlardaki bu devirdeki çocuklar için olan genellemeyi okuyor.
Ama, çocuk devamlı, olup bitenin, hepsinin farkındayım diyor. Evet, bu kısmen doğru ama dinlemiyormuş yapıp başka şeylerle de aynı zamanda meşgul olması; iki işi birden yapabilmesi güzel ama gözlerinin 'kayıp da' sürekli başka yerde olması, çok rahatsız, edici..
Herkesi rahatsız eder.. zamanla.
Ama gerçekten de konuşulanların çoğunu algılıyor. Gözden kaçırmıyor. Böyle de bir yanı gelişmiş, geliştirmiş! insanların rahatsız olduğunu fark ettiği için bi kulağı sende.
Ve de ona söylenilen her şeyin farkında çoğu zaman. Ama kendini veremiyor. Yarım yamalak dinliyor.
Hocasında , bende, annesinde, arkadaşlarında.
Herkes de gözlemledim!
Sınayıp da neyden bahsedildiğini sorunca, dinlemediği hissini vermesine rağmen; hocasını uyarmama rağmen; herkes idrak edemez, etmiyorlar da..
Aylar sürdü hocasını gözlemleyebilmesi, bu arda okul ile irtibatta olan psikiyatri üçlüsü ilkin beni suçladı. Okulda gayet normal mış (sözde) diye ama aylar sonra hak verdiler bana.
Buradaki hocası devamlı cezalandır maya başladı oğlumu. Her 10 dakika da bir uyarı alır oldu, sonraları.
Dinlemiyormuş, takip etmiyormuş gibi gözükse de olanları duymuş algılamış olduğuna çoğu kez ben de Mehtap da kanaat getirmek zorunda kaldık.
Hocalarda çok rahatsız edici olabiliyor ama alışıp onu öyle kabul etmişler. Mehtabın söylediklerine göre Türkiyede
Ama buradaki hocası kabul etmedi. İlerde derhal düzeltilmezse, başkaları da kabul etmeyecektir!... Günlük onlarca kez sürekli uyarması gerektiğinden, disipline etmek zorunda hissettiğinden, sezonun yarısından sonra, diğer arkadaşlarından ayrı, hocasının masasına bitişik oturmak zorunda kaldı!.
Gözüm sürekli üzerinde diye! onun ki de iş değil ki çocuğun sorunu derinde bulunup çözülmeli! O da bilgi ile olur. yanlı inançları oluşursa oda çökerse şizofreniye dönüşecek!
Hocası; Ya bana uyacaksın yada bana uyacaksın, başka yolu yok! diye üstüne sürekli gidiyor tabi. En doğru yöntem o mu, bilemiyorum. Disiplin, evet ama
Ardan da bilakis caydırıcı bezdirici ters tepeceği aşikar. o yüzden biran önce teşhisi tam koyup, düzeltilmeli tedavi yöntemi ile
Kendine ilerde zorluk çıkartacak olan 'bu sorunlardan' aile olarak seni sorumlu tutuyorlar! Yani beni daha 3 aydır yanımda olan çocukta, sonradan da utanmadan Pedagog da beni sorumlu tutuyor. Niçin çünkü geri zekalı anası, bendeyken her şey gayet normal di diyor! Hiç bir sorun yok diyor! sobete ettiğinin hangi akla hizmet ettiği bile belli değil
Hollanda'ya gelir gelmez burada, ona her gün Hollandaca öğretmeye kalkıştığımda önceleri yarım saatin içinde; sonraları ise, 15 dakikada sonra tahammülü kalmayıp, kaytarma yollarına her defasında başvuruyordu.
İçler acısı bir şekilde her defasında, sürekli, bahaneler uyduruyor, 5 - 10 dakika içerisinde sıkılıyor. Haftada bir iki kez yapalım bari desem de, her defasında yine benzeri, bahaneler üretip arkasına sığınıyordu. Direk bilgisayardaki oyunu veya animasyon filmlerinde kaybolup, mutlu oluyor.
Tipik bağımlılara özgü hareket bunlar!
Salt sevdiği şeyleri yapmaya yöneliyordu. Sadece sevdiği şeyleri yapınca konsantrasyon sorunu 'falan kesinlikle' yoktu. Pür dikkat saatlerce odaklanıp hiç bir şekilde, rahatsız edilmeye de gelmiyor!. Demek ki istediğinde konsantrasyon sorunu falan da yok.. ve olmuyor da. Tipik bi ADHD vakası türevi!
Türkiye'de nelere alıştı, müsaade edildiyse, onlara aynı şekilde burada da devam etti.. Mızıkçı çocuklar gibi hiç bir şeklide, hiç bir alışkanlığından vazgeçiremedim ve onların aynısının devamı, burada da, sürdürmek istiyordu.
Son derce pis, itici, huyları vardı. Onların bile değiştirilmesine tahammül etmiyor. Kendine has, özellik, tikleri vardı.. Herkesin mutlaka vardır ama bunun ki 10 yaşındaki çocuğa göre çok itici, aşırı ve iğrenç şımartılmış, alışkanlıklar idi.
Söylediklerinize dikkat edin, düşüncelerinize dönüşür... Düşüncelerinize dikkat edin, duygularınıza dönüşür... Duygularınıza dikkat edin, davranışlarınıza dönüşür... Davranışlarınıza dikkat edin, alışkanlıklarınıza dönüşür... Alışkanlıklarınıza dikkat edin, değerlerinize dönüşür... Değerlerinize dikkat edin, karakterinize dönüşür... Karakterinize dikkat edin, kaderinize dönüşür..
Birçok yemeği yemiyor. Sebze neredeyse, hiç sevmiyor, Ve sadece alışkanlıkları doğrultusunda yapılan ve sunulan yemekleri yiyordu. Brokoli, bezelye, yeşil fasulye, pırasa hiç bir şekilde sebze yemiyor.. Varsa yoksa tavuk, tavuk bur-ger, makarna, mantı, cips, şeker, çikolata. Zaten 9 adet sebze iğnesi yapılmak zorunda kalmış.
İlk haftalar huyunu suyunu öğrenmek ile geçti. Başlı başına bir olay. Annesinden neleri sevdiğini, hangi yemekleri nasıl yaptığının, tam tarifesini yazılı aldım ve yaptım ve o şekilde ilk yıl, bir şekilde geçti.
Okuldaki Müdüre, öğretmenine direk durumu bildirdim ayriyeten okulun okulun psikologu ve de pedagogu ile randevu alıp durumu bildirdim. Aynı zamanda ev doktoru durumu bildirdim. Belediye evimize Belediyenin Hollandalı olan aile Psikiyatrını gönderdi. O bir 'aile yardım Pedagog/danışmanı' tahsis etti.
Onların vasıtası ile 2 -3 ayda bir Türk psikiyatr denetiminde olmak koşulu ile, ayda bir de psikolog, ve de her iki hafta da bir evimize gelip de Ardan'ı gözlemleyen, aynı zamanda bir diğer haftasında, ben Pedagog gidip, dolayısıyla her hafta rapor sunuyor, gözlemleniyor, neler yapıyor, tıkanma noktaları, sorunlar, gelişimi nedir, falan diye
İlk olarak Ardan ile konuştular Türk Sevim isimli bir psikolog, Ardan'a hayran kaldı. Dedim ki bakın bende, kardeşimde de, bir iki tanıdığım, arkadaşlarımda da, ADHD hastalığı var... O yüzden, çok net bir şekilde, görebiliyorum. Ayrı yeten eski eşim, kesinlikle normal değil, Annem de de, Teşhis konulmuş bir şizofreni olunca, ben de çocuğumu bu halde görünce, haliyle çok tedirginim. Şimdiden 'ağaç yaşken müdahale edilirse dahi iyi olur' düşüncesi ile buradayım.
Türkiye'den yeni gelmiş bir çocuk, daha önce hiç karşılaşmadığı tanımadığı varlığından bile haberi olmadığı bir babası... Yalan söylenilmiş yıllardır kandırılmış; ortamından, kopmuş, koparılmış, bir 10 yaşında çocuk; kendisini bambaşka, bir dilde ifade etmesi gerekiyor ve ifade edemiyor. Sudan çıkmış balık durumunda...
Normal olan her çocuk için bile ağır, altından kalkması gereken zor şeyler. Böyle durumlarda ADHD teşhisi konulması da, çok zor en azında bir yıl boyunca gözetim altında tutmamış lazım falan dediler. Hatta tercihen, Git bir yıl sonra falan gel, demeye kalkıştılar, yani baştan savmak istediler..
Bakın iyi dinlememiş siniz bile dedim. Bu çocuk 15 aylıkken bile hiper aktif idi, dangalak; çok şey bildiğini ama hiç bir şey bilmeyen bir annesi var, bu yaşa kadar daha önce 'psikiyatra falan çoktan gösterilmemiş olması', büyük bir suç, ama gel de anlat... Zorla, psikiyatra intikal etmesini rica ettim.
Psikiyatr da daha önce benim kendim için son olarak görüştüğüm psikiyatr lardan biriydi. O da evvela Ardan ile konuştu, Ardan ağzını açınca, herkes Ardan'a hayran kalıyor. Başlangıçta sevimli olabiliyor/geliyor herkese. Kendini o kadar güzel ifade ediyor ki, hayran kalmamak mümkün değil.
Herkesin gözleri fal taşı gibi açılıyor. Gıpta etmelerinden, hayran kalmalarından, gerçekleri göremiyorlar, görmek bile istemiyor bazıları.
Annesi gibi, 'uzman göz boyacı!..' İnsan kandırmada, ikna etmede kendilerini acayip geliştirmişler. Abartıya kaçtığı için ardan da feci sırıtıyor!
Tek yaptıkları da o. Gün be gün ustalaşıyorlar. Çok büyük marifet, çok büyük getirileri varmış gibi. Oysa kendin ol, rahat ol ve kimseyi takma be! Başkalarının duymak istedikleri şeyler söyleyeceğine!... Söyle gitsin içindekini! Ben müsaade verdikten sonra.
Acayip iyi politikacı olur ikisinden de.
Başka alanda harcanırlar!.. Hayatın amacı: sanki her konuşma, her tartışmayı yenmek! Tam ezikler!
Desen ki: 'kendilerinin aleyhine', bu konuşmayı yenip, kazanmaları ... Onda bile 'ikna edemezsiniz'. Çünkü salt akıllarına koyup da yapmak istedikleri şey için, uydurmadıkları, söylemedikleri şey yok! Kazanmak için!
Gene oğlumda biraz içsel onur, ahlak ve sınır var. Mehtabın ise hem yüzü kızarmıyor, hem sınır yok, hele önemsemediği ikinci üçüncü konumdakilere karşı!
Düşünün annesi gibi yalan, hile, etik dışında olan her türlü yola başvurursa... işimiz iş!..
En kötüsü Junky ler gibi bağımlı olacak. Beni en çok korkutan da bu : oyun bağımlısı, kumar bağımlısı, sigara, esrar, alkol, yalan, hile, başarıp da onu kısa süreliğine mutlu eden her şeye bağımlı olur. Hele yakalanmayıp da yüzüne vurulmadığı takdirde! Çokça vurulduğunda da yüzsüzleşiyor zaten.
Türkiye'den şeker çikolata ve bilgisayar bağımlısı olarak geldi, burada ben her şeylerin farkında olmama rağmen hiçbirini 'yok etmeyi bırak', azaltamadım bile.
Her şeyleri salt kendi davaları gütmek kazanmak için, 'hiç bir şeyden sakınmayan' tür den, insan türevleri. Hiç gerçeklere dayanıyor, gelecekte yaptıklarımın sonuçları ne olur diye 'ikisi de' düşünmüyor. İnkar, yalan ve bahane türetmede üstlerine yok! Dedesi erkekğin orospusu, Mustafa Gökşen hırsız; kılıfçı, Kızı da öyle!.. E torununun ne ve nasıl biri olacağının hesaplayabilmek için Nostradam olmana gerek yok. Ama ben oğlumun içindeki o orospuluğu buralarda ağzına sıçmak pahasına olsada, yapmalıyım. sürekli ayna tutmalıyım dedesi anasının geçmişte yaptıklarını önünde sürekli tutmalıyım ki. aynı hataları yapmasın.
Ancak günü, O anı, o dönemi kurtarma derdindeler. Kısa vade.. alışkanlığa dönüşüp, yerleşmiş ruha; huya zaten!.
Eh, birikip birikip Mehtap da: Ne hallere geldiğini (zi/mizi) hepiniz tek tek gördünüz. Hala dur diyemiyorsunuz! durduramıyorsunuz. Sezai Özbudak, Yıldız Özbudak. profesör Ömer Özbudak, Müteahhit Duran Özbudak ve Dr Sibel Demir Özbudak ve tüm s,lalesini rezil etmesine rağmen.
Niye?. Kalıbına işlemiş: Çünkü ‘yaptıkları yanında kar kalıp’, yırtıyorlar, her defasında... başarılı olmuşlardır her defasında kısa süreli de olsa.. Ama çekirge bir sıçrar, iki sıçrarmış...
Bu gibi şeylerde en büyük bedeli kim ödeyecek?... Şüphesiz ki kendileri ve 'onlara en yakın olup da', onlarla bağları olup da müdahil olanlara! Anası Fatma Gökşenin kızkardeşi ve onun kocası Mehmet Ünlü ve Turgay Yükseliş ve Şenay Yılmaz’a yalancı şahitlik yaptırmaları gibi..
Psikiyatr da.. 'Çocuğa tabi ki, 10 yıl boyunca üvey baba, öz babası olarak tanıtılması çok çok vahim bir durum!. Bu, şu an da, ilerde de, çok büyük sorun olabilir.
Adam hikayemizi dinledikçe çok üzülüyor. Nasıl o tür cahillikler in bu devirde hala üstelik lise bitirmiş, bir yıl üniversite okumuş insanlarca yapıldığına akıl erdiremiyordu.
Çocuğun yanına, buraya, Hollanda'ya, yakında annesinin geleceğini de söyledik. Çünkü çocuk da annesinin yakında geleceğini, annesin ağzından bizzat defalarca duyup ifade etmişti.
"Anne, ama 'ne zaman' geleceksin, neredeyse aylar oldu" vs. aklına gelince cılkını çıkartıp ağlamaklı bile oluyordu.
Üvey babasının intihara teşebbüsünü falan hiç bir şey sır olarak tutulmadı. Psikiyatr dan da gizlenmedi hiç bir şey, haliyle.
Hayatta hiç bir şeyi gizli kapaklı yapmaktan hoşlanmamışımdır..
Gizli kapaklı bir şeye yapmaya kalkışanı da deşifre ederim.. Sanki burada böyle yetiştirmişler gibi bir şey, elimde değil.
Gizli kapaklı bir şey yapanlara da hiç iyi gözle bakamamışımdır. Sağlıklı insan olmadıklarına inanırım. Aksini gösteren, uzun vade de fayda sağlayıp ortaya çıkmayan, deşifre olmayan bir durumla da karşılaşmadım. Sonuç hep, kısa vadede getiri, 'uzun vadede hüsran!'
Hele hele gereksiz, lüzumsuz, gizli kapaklı, her işi deşifre edip, ifşa etmek de, dünyanın en soylu işini yapıyor hissi uyandırmıştır sürekli bende..
Neyse; süreç içinde bir Psikolog ayrıldı, yerine başkasını tayın edildi. Sonra Hollandalı olan Pedagogun da yerine başkası, Faslı baş örtülü bi Pedagog denk geldi.. Ekim 2013 te başladı. Bir hafta eve geliyordu pedagog, Ardan'ı gözetliyor.. Verdiği görevleri icra edip etmediğini gözlemleyip, Psikologa ve onlarında üstündeki Psikiyatra aktarıyorlardı durumunu,
6 - 7 hafta da bir de psikologa götürüyordum 3- ayda da bir, de psikiyatrla görüştük.
Çocuğun eve gelir gelmez ceketini düzgün bir şekilde çıkartıp da askılığa asmasını istiyor, bekliyordum. Onlarca, yüzlerce kez söylüyorum, bir keresi bile aklında kalıp da neredeyse koca yıl boyunca yapmadı. Ayakkabısını da düzgünce eve gelip de çıkarttığını, neredeyse görmedim.
Ya saatlerce çıkartmayı evin içinde unutup, öylesine masada bilgisayarına takılıp, kalır.. Ya da ulu ortaya, çıkartıp fırlatır... Gömlek, pantolon, çorap her biri, bir yerele savrulur. Sabah erkenden 'okula gideceği vakit', hiç bir şeyi bulamayız!..
Her sabah bağırıp çağırmalar, aynı gereksiz paniklemeleri ile hiç bi şey de bulamaz, küçücük evimizde. Sonra devrisi gün yine tekrarlanır. tembel stresi.
Gereksiz sinir yıpratmaları!.. Çünkü sabah kalkar kalmaz bilgisayarı acar, son beş dakikada ancak kıyafetlerini giymeye kalkışır. Sabah kahvaltısını kendisinin hazırlamasında cüzümü buldum. Zorda kalınca her şeyi yapıyor. Efendilikle hiç bir şeyi kendiliğinden yapmıyor! Oğlumu tabi kimselere şikayetlenmek istemem, kimsenin de bir şeyle yapacağı yok. Anası bayılıyor oğluna şımart Allah'ım şımart, sonrada bükeme.
Kendi görüp okuyup utansın. Düzeltsin kendini oğlum!
Anlaşırız; aylar, haftalar sonra, hepsinin sabit yerleri olacak, oraya çıkartılacak, çünkü devrisi gün arayıp bulamıyoruz. vs vs.
Oğlum gel yemeğin soğudu denir, 10 dakikada zor oturtursun yemeğinin başına.
3 - 4 defa söylemek zorunda kalırsın, her defasında!.. Yatağın üzerinde, koltukta, laptopta film seyrederek illaki yemek yemek ister, veya masada yese bile, bilgisayarı, beş dakika kapatamaz.. Mehtaba kalsa oğlunun da her şeyini örtbas/kamufle edip gizleyip kimselerin görmeyeceğini çakmayacağını umuyor. Akşama kadar oğlunu övüp pohpohlar!
Düzeltme yoluna gidip disipline edeceği yerde!
Gözü bilgisayardaki anime filminde. Zorla kapatılır yemek yiyeceği vakit, mızıkçılık yapıp, hiddetlenir. Ya da çocuk hiper aktif olduğundan, kapatsan laptopu, beyni durmadığı için, çene de durmuyor..
Mikrofonu ağzına bir alıyor; hep o konuşacak. Sorduğu sorulara ise çok kısa cümleler ile yanıtlanmak zorundasınız. Uzayınca: Tamam tamam anladık ı yapıştırıyor!.. Çünkü sadece.. O konuşacak, herkes dinleyecek. Ve zaten oyunun başındayken bilmediği bir şey sorduğunda mümkünce daha da çok kısa cevaplarla yanıt. Daima böyle. Tatillerde 16 saat bilgisayarın karşısından kalkmıyor, bıraksan.
Günlük Magnum dondurma ve kendine has, ekşi şekerini yemeyince stres, kriz yapıp ya da KRİZİ OYNUYOR!.. Banyoya sokamıyorsun!.
Muz, çilek, kiraz kayısı falanın dışında. portakal armut mandalinayı falan zorla yediriyorsun. Sevdiği elmayı bulana kadar 10 değişik türünü denedik.
Hangi tür salata seviyorsun diyorum, söylüyor önüne geliyor, iki kaşık zor yiyor.
Her şeyi, 'sade yemeyi' seviyor. Salatalığı ayrı, domatesi, havucu ayrı bir şekilde önüne gelince, ancak yiyor..
Patates kızartmasının üzerine ketçap, mayonez döksen, karışsa bile kriz geçiriyor. Ayrı ayrı kenarda olacak, batıra batıra yiyecek.. Her şeyde şimdiden Kendine Münhasır!... Karışık yemek sevmiyor!.. İlla her şey 'sek' olacak vs vs ... Neyse, bunlar olabilir diyelim 'cins' olsa da...
Günlük yemekten sonra, yatmadan önce dişlerini fırçalamayı, hep unutuyor.. Gelmeden önce dişlerinin hepsi çürük, dökülmek üzereydi, nitekim hepsi de neredeyse döküldü, yenileri çıkmak üzereydi. Bak onlarında akıbeti aynı olunca bundan soran artık yenisi çıkmaz diye diyorsun, dinlemiyor.. hafta bir, iki zorla yaptırıyordum. Haftada, 2 defa banyoya zor sokuyorsun.
Yıl boyunca her türlü 5-10 dakikalık, kitap, şiir, Türkçe makale, fıkra, masal okutma teşebbüslerimin, hepsi başarısız oldu..
Demek ki anası hiç bir şekilde iyi terbiye edememiş. Çocuğa gerçek disiplin, eğitici manada, 'hiç bir şey vermemiş, verememiş.'
Buna benzer şeylerin hepsini, pedagog, psikolog ve psikiyatr anlatınca ve bu yaşlardaki, bu durumlardaki, herkese uyguladıkları, aynı şeyleri uyguluyorlar... Böylesi çocuklara strüktür vermeye çalışıyoruz. Verilmeli, yani disiplin. Kaçta yatıyor?.. 10 da yatağa giriyor, her akşam yarım saat, bir saat benimle konuşmadan önce neredeyse uyuyamıyor. Beni de mahvediyor.. Ereğli'deyken de böyleymiş, 'herkes' çocuktan, 'haliyle bezmiş.'
Odasına kendini kapatınca herkes de bi huzur.
Çocuk aynen ifade etti bunları... 'Beni başlarından savıyorlardı sürekli. Hiç ilgilenmiyor kaçıyorlardı benden.. Sen ne güzel ilgileniyor, dinliyorsun sürekli beni..'
onlar sürekli beni odama gönderiyor, hapis ediyordu. Tabi Sıtki babam yorgun argın geliyor, çekemiyor, tahammül edemiyordu hallerime..
Ben önceleri tabi acayip ilgileniyordum sürekli yanındayım, konuşuyorum, dinliyorum. 8 yıl görmemişim oğlumu: Kafam, gözüm 24 saat daima onda ama 6-7 ay sonra falan, 2-3 haftalık tatiller olunca evden 24 saat çıkmayınca, kışın burnumdan geldi. En çok da laf dinlememesi... Söylenenin aksine, bildiğini okuyup yapışı, sinir ediyor adamı.
Daima çocuğumla Ortaklaşa bir şey yapmak istiyorum. onu eğitip geliştirmek adına bir şeyler film falan diye başlıyorsun, derhal onun isteği sevdiği şeylere dönüşüyor. kesinlikle taviz verilmemeli o siz uyması lazım diyor psikiyatri 3 lüsü.
Bilgisayarda bir şey bozuluyor yapmak gerekiyor.. Oğlum her şeyde bilgiç, 'sabırsız'; bekleyemiyor, dominant, yerinde duramıyor! Elleriyle oynuyor, elleri durmuyor duramıyor, illa bir şeylere dokunacak!..
Adamı katil eder cinsten! Orada tam fark ediyorsun resmen hasta çocuk!
Üvey baba yorgun argın işten geliyor annesi de besbelli bıkmıştır çocuğun bu çenesinin, beş dakika durmayıp da aşırı dominant bir şekilde sürekli var olmaları, herkesi bezdirir! İlerde eşini de..
Sürekli kendi odasına, ta baştan beri itilmiş, kakılmış, zorlanılmış.. İşten gelen adam ancak öyle huzur bulabilir.. Anne de kocası ile iki film seyretmek istese koltuk da.. !Demiyorum ki odasına sürekli def edilmiş' ama çocuk ağlayarak kan kusup değerini bilmediklerini söylüyordu.. intikam alırcasına bana sarılıyordu.
Halbuki çocukta var belki de ta doğumundan beri... belkide, böyle ihmal edilip disipline edilmediğinden, azmış. psikiyatrın dediği gibi:
Strüktür yok, verilmemiş, düzen yok. disiplin yok. Dolayısıyla da çocuğun beyni, ruhunda 'içsel huzur' da yok! ne yapması gerektiğini bilmiyor.
Bir kaç akşam uyuyamadı sordukça soruyor... Sabahın 5 ne kadar uyuyamadı, konuşmak zorunda kaldık. Bitmek tükenmek bilmeyen bir enerji.
Çoğu zaman gece biri falan buluyordu.. Tabi yaz tatilinde ama Psikiyatr. AA, olmaz hemen ona melatonine hapları yazdı.
Bu çocuk aksam 8 de bilgisayarı kapatması lazım. Çünkü onun salgıladığı mikro dalgalar ve seyrettiği olayların etkisinde yaşı itibari ile daha çok kalır.
Onları beyin sıralayıp hazmetmesi gerekiyor. Seyrettiği Japon animelerinin veya film, oyunların, günlük etkisinden kurtulamıyor ve de dolayısıyla benimle konuşma, paylaşma, üzeriden bıraktığı etkiden, bazen saatler, bazen de günlerce kurtulamıyordu..
Türkiye'den beri seyretmeye alışageldiği ve her bölümünü 7' şer defa seyrettiği, Harry Potter'ın, 8 bölümlük filmlerinin her biri bölümünü babası ile tekrardan seyretmek istiyordu.
Ben Türkçe tercümelere tahammül edemediğim için maalesef çoğunda anlaşamadık. Ve tek başına tekrardan seyretmek zorunda kaldı.. Tamamıyla kendini kaptırıyor, o büyülü sahte dünyanın esirinde kalıyordu... Günlük arkadaşları ile konuşma, okul falan, sanki suni dünyada, film, anime filmlerindeki dünyayı, gerçek dünyaymış casına, aşırı etkisine kalarak yaşıyordu... Gerçek dünya sıkıcı, işine gelmiyordu..
Konuşuyorsun: 'Oğlum senin işin böyle giderse, çok zor, 'gerçeklerden kaçıyorsun', hayal dünyasına daha çok sarılıyorsun... Gerçek dünya öyle değil, gerçekçi olursan daha sağlam karakterli olursun, hayal kurmak iyidir ama aşırısı kötü, hayalperest olmak çok tehlikeli, burada bile işin çok zor, böyle gidersen.. İnanç sistemlerin bu hatta daha da küçük yaşlardan itibaren oluşuyormuş, iyi yolda değilsin!
Hele hele Türkiye gibi yerde, durumun vahim ötesi ... Orada hem seni ezerler, hem de hayatın çok kötü geçer, iyileşemez düzelemez sin de .. Annem de arkadaşlarımda ki gerçekleşen
Şizofreni oluşumunun kaynakçası: inançlarının 'gerçeklere dayanmaması sonucu, beklentinin karşılanmaması', birden uyanıp da gerçeklerle yüzleşip sarsılman, şok etkisi yani, hemencecik kabullenip yüzleşmemen sonucu, kabullenemeyince: 'beyinin sigortası' atmasıyla gerçekleşiyor!.
O yüzden ben seni salt gerçeklerle yetiştireceğim, yetiştirmeliyim çünkü gerçeklerle insanlar er yada geç yüzleşirler.. Yüzleşmek zorundalar.. hele ki sen!
Senin için: Ne kadar geç, o kadar kötü.. Ne kadar ayakta uyutulur san, O denli kötü ve feci, beklenmedik sonuç doğurabilir. Çünkü her türlü alt yapı, sende mevcut. Sadece tetikleyecek durum ve unsur bekliyor.. Bunu sana verecek olanda, kafanı karıştırıp aklı sıra iyilik yaptığını sanacak olanca kendini savunacağım diye olsun, bir sürü başka şeylerde olsun...
Annen benim tersi, şeffaf olmayan, kapalı bir kültür de yetiştiği için, senin iyiliğin için, duymak istediğin şeyleri daima söyleyecektir.. Bu bilakis senin için tehlikeli.. Anneni defalarca uyardım, çok büyük bir tehlike, oğlumuz bekliyor olabilir, dedim! Ama dinlemiyor, anlamıyor şimdilik, ilerde belki. vs
Daha önce kendi başımdan geçen bazı şeyleri örnek gösterdim, annesi ile olan hadisede 'en iyi örneklerden biriydi..'
Bak damdan düşenin halinden damdan düşen anlarmış.. Ben de kısmen, senin gibiyim.. Ve esnaf olduğumdan, tercümanlık yaptığımdan çok fazla insanların içine girdim çıktım sırlarına şahit oldum.
Kendim; Çok sıkça, ama zorunlu takılıp, koparılıp, götürüldüğüm (uçtuğum) dünyadan, her defasında kendimi zor koparıp, gerçek dünyaya zor iniyorum.
Yıllar sürüyor; bunları, beyninin içersin de yaşarsın, ağırlık olarak!
Bendeki, bana haksızlık yapıldığında nüksetmesiyle, karşı karşıya kalıyorum.
Sende; şimdiden, kim bilir neyden ötürü, 'NE var?!'
Tahammül edilir gibi değil . Ve beynimin hepsini, büyük bölümünü, yüzde 90 nını, işgal ediyor, sürekli.
Bazen, Birincil derecede önemli olan şeylerin yerine, bozuk plak gibi; yüzlerce kez yeniden beyin de canlanan, 'o hakkının gaspı edilişi' buna müsaade etmek istemeyişin; tüm oluşum, detayları, gelişimi; niçin, neden öyle oluşu, kendinin ne derece müsaade edip etmediğin, elinden geleni arkada koymadığın ve de ta ki istediğin sonucu elde edene kadar bırakmadığın, 'bırakamadığın', ne pahasına olursa olsun çünkü bu bir ego meselesi bir
icraat çözüm silsilesi. İnsanlara özgü yenilgiyi kabul etmek ve pes etmek kitapta yok! Hak yerini bulmalı! vs.
Sende de bir an önce tedavi yoluna gitmez isek. Benim gibi 45 yaşından sonra falan, tek başına, iş işten geçtikten sonra yüzleşir, fark edersin.
Ezik kafası karışık sadece bir kültür ile yarım yamalak yoğrulan kompleksli, görgüsüz anana bakma sen.
Biran önce üstüne git, kabullen, yüzleş rahatlayıp, arkanda bırak önüne bak.
İnkar edersen yerinde sayarsın.
Değilse; 25 yaşında sigortan 'birden atarsa,' daima haplar ile yaşamak zorunda kalırsın ki. Çünkü şizofreniye dönüşmüş halidir!
O çok, çok kötü bir hayat. Avni diye en yakın çocukluk arkadaşımızda, annemde, ve bir kaç da müşterilerim ve çocuklarından, yakından biliyorum bu meseleyi.
Birçok yapmam gereken işleri yapmıyor, yapamıyor, erteliyor, zorla yapıyorum, Taa ki, o beynimi meşgul eden, sorunu ortadan kaldırana değin..
HER ZAMAN Elimde olan bir şey değil.. benim bu sorunum 18 -20 yaşlarımda nüksetti.. 34 35 yaşlarında biraz arttı... 42 yaşlarımda yine azdı. Her 3 -5 veya 10 yılda yerini bir başka 'önemli haksızlık, hazmedemeyeceğim, bir şeye bırakıyor.. Ağırlık olarak ego meselesi gibi gözükse de değil.
Başıma gelen bir şeyi çözemediğimde bozuk plak gibi, o sahne ve seçenekler, beynimde canlanıyor, neyi yanlış yaptım, neyi daha iyi, farklı yapmalıydım, yapabilirdim, hala yapabilirim, tüm imkanlar beynimde tekrar tekrar, günler, aylar, yıllarca, canlanıyor, sürekli!..
Ta ki, gereği neyse, 'onu,' her şeyi yapana kadar.
Dolayısıyla olup biteni yüzlerce, binlerce defa beynimde, canlandırıp, yer edip meşgul edip.. Dünyada var olan, yazılan en derin en doğru bilgi kaynaklarını bulup onlarla pekiş tirip, üstüne gidip, çözüp halledince de, huzur buluyorum. Çünkü hak benden yana, içgüdülerim bunu söylüyor, dünya biliyor, birkaç geri zekalıya anlatamıyor. Anlatana kadar da gözlerine, götlerine sokmayı borç biliyorum!
Bulunca, onlar ile yoğrulup, genelde çözümler üretiyorum. icraata sokunca da, 'beynim serbeste' çıkıyor.
Her biri de aslında çok büyük sorunlar olsalar dahi; birçokları, bazen benim harcadığım zamanın yarısı, 3 te birini harcayıp en kötü karar, kararsızlıktan iyidir deyip, yapacağını yapar, sonrasında da 'kestirip atıp', önüne bakar. Ben de yapmaya çalışıyorum ama olmuyor!
Herkesin tıkandığı yerde, ben, 'yeniden başlıyorum', sanki düşünmeye.
Önemsiz olan şeylerde 'eninde sonunda herkes gibi', pes ediyorum. Çünkü; ettiğin hayır ürküttüğün kurbağaya değmiyor.. Ama bak buradaki mesele sadece senin Hollanda da veya Türkiye'de okuyup, okumaman meselesi aslında salt...
Senin buradaki en ince ayrıntısına dek yazdığımı durumu, çoğu büyütmez. Pes eder... aman Türkiye'de okusun 'ne fark eder ki' der. Bakan, büyüten okula gitmesini sağlayan, eğitiminin parasını üstlenen birisi olduğundan ötürü de, hele senin gibi sorunlu birinde, aklı olan Çifte Telli oynar!
Ben büyütürüm, büyütüyorum. Benim de seninde hayatımızın en önemli dönemi, kırılma noktası... ben elimden gelen her şeyi denedim diyebilmeliyim kendime! Sana da ilerde
Çünkü senin hayatın çok önemli benim için, 'Bir tane' çapulcuya bırakamam.
İlişki içersin de de kadınlar aslında kendileri, suçlu olup da 'hileli yollara' başvurduklarında falan, bunların çoğu benim gözümden kaçmayıp, kişileri, kendim gibi oldukları varsayımından kaynaklanan, aptalca; insanlara güvenip; insanca yapılması gerekeni yapmasını bekleyip de, yapılmadığında, ortaya çıkan şeyler! Bazı durumlarda insanların güvenmeseydin deme lükslerini de ellerinde almalı.
İnsanlar; ummadığın şekilde salak varlıklardır. Dünyanın en geri zeka adamının yapmayacağı şeyleri, çok zeki görünen, hatta bilinen biri, bile yapabilir.
Göz göre göre yaptıklarına, sen de şahit olacaksın! Şaşırma!
Ne zaman hak yense, insan kendinden geçer, ego ayaklar altına alınmış olur. Ego yüksek olunca, iyi de bir insan olunca. Mıknatıs gibi kötü niyetli insanları üstüne çekersin. Çok yakınında oldukları ve sadece kendilerine sunulan iltimas ve privilejlerle karşılaşınca, iyi niyeti suistimal edip, bundan zarar gelmez diye
hafife alırlar, sonra da senden faydalanıp, nemalanmak kaçınılmaz olur.
Artık bu gibi meselelerde, çok hızlı, seri bir şekilde de davranıyorum. Gelişini bin km öteden çakıyorum. İnsanlardan uzak durup, mesafe koyup, yaklaştırmayınca da sorun olmuyor
Ama hayat kaydırır bu sorun.. Seninki de buna benzer, bir sorun, ama, Allah'tan, sen benden çok daha uyanık ve zekisin! Sende tehlike canları , çok erken çalıyor ve hatta direkt! Bende de, herkeste de çalar ama 'zaten EN çok güvendiğin insanlar' sana bunu' en beklenmedik, umulmadık, akla mantığa, hizmet etmeyen durumlarda, dolayısıyla, hesaba ters durumlarda, cehaletlerinden ötürü, daha iyi bildiklerini 'SANMALARIYLA', üstelik yapıyorlar, yapabilirler.
O yüzden gafil avlanırsın hep! 'Hadi be!', o kadar da salak değillerdir, yapmazlar, dersin. Yapmışlardır. Mehtap Gökşen, Hamide Hulya Gökşen Yükseliş,
Turgay yükseliş ve Deden Mustafa Gökşen. Kaçını bir araya getir, çeyrek akıl etmiyor!
Yanı başında annen gibi daima üstelik dünyanın istisnasız en tehlikeli, dangalak, zararlı yaratığı olunca... (Köylü, Uyanığı, ama aynı zamanda, seni çok seven, ama maalesef, senin namına yanlış kararlar da verebilen; hayatının yegane ve tek projesi haline getirdiğinden, ömürlük ağzına sıçacak olan da biri, ister istemez dünyada en çok güvenmek zorunda olduğun kişilerin başında gelince, işin hem çok çok zor, hem de çok sevin!..
Sürekli kandırılıp,, anneni anlama, çözme kılavuzun da var, kullanmasını bilirsen, artık hayatın kaymadan, lehe çevirmeyi becerirsen, senden kralı yok!
En erken en hakiki eğitimi almış olursun.
Yinede sendeki problem ile bendeki problem ve de annedeki problemler aynı değil, hepsi, farklı farklı hastalıklar!
Bunları çok iyi analiz edip, aralarındaki farkları görebil-melisin... Her daim en doğru teşhisi koymak zorundasın. Değilse yıllarına mal olur!
Ama maalesef, bunun için daha çok küçüksün. Ayakta uyutacak annen maalesef seni. Dolayısıyla kendini..
Her daim, iğne deliğinden geçmek gibi bir şey.
Senin için ömür boyu bir test, sınav olacak falan..
Başa gelen çekilirmiş, en iyisini yapıp, yolculuğun tadını çıkar. Hiç değilse hayatın monoton geçmez. ama hayatın ile oynayan, defalarca oynayacak olan bir kumarbaz var, karşında. Bazı geri zekalılar da adına Veli (annen Mehtap) demiş.
Bir çok şeyi idrak edebilmek için henüz daha, çok küçüksün.. Ayrı yeten annen ne derse desin o kamuflaj kültürünün, savunucu.. Her şeyi örtbas ile inkar eden biri.. Hastalığın olduğunu örtbas eder. Sadece pozitif yanından bakmayı falan tembih leye bilir, bu konuda bazı durumlarda kısmen haklı olabilir, ama onun bildiği gibi değil!
Annen takmış kafaya senin 2dahi2 falan olduğuna! Olabilir, ama dahi olsan bile Türkiye'den bir dahinin çıkması, var olması ve dehasını sürdürüp de ondan vatan millet ve kendinin faydalanması, çok zor!
Tüm dahiler, ağız birliği etmişcesine söylüyorlar! Çünkü onlara aileler, öğretmenler herkes müdahale olduğu için normalleştiriyorlar. Dolayısıyla sıradanlaştırılıyorlar. Kaldı ki senin çok büyük bir okuma sorunun var. Umarım bu okuma sorunun geçicidir. Çünkü Türkçeyi bile, çok ağır okuyorsun,
Türkiyeden çıkan en büyük dahilerin başına Mustafa Kemal Atatürk gelir.
Senin, benim gibi tanınmış ADHD ve türevleri hastaları : Albert Einstein de 9 yaşına kadar okuma yazmayı doğru dürüst yapamıyormuş. Edison 12 yaşında okuldan atılmış. Graham Bell, George Wasington, Abraham Lincoln, Benjamin Franklin, Dustin Hoffman. Magic Johnson, Michael jordan, Mozart, Beethoven, B. Shaw , Satre, Rockefller, J. Verne.
Leonardo da Vinci de falan da varmış, çok kafaya takma, ama bil. Bilgi güçtür. Ama bu bilgiden faydalanıp da icraata geçirmezsen boktur. Umut var yani ama yolun çok uzun ve zorlu..
Zaten hiç kafaya takmıyor bizimki, hatta annesi resmen inandırmış kendisinin bir dahi olduğuna.
Resmen tutunmak istediği bir dal arıyor!.. Kendi hayatına, benim hayatıma, akraba, tüm sülalesinin hayatının içine etti, şimdide illaki oğlumun kine de sıçacak. 2. kocası Sıtkı Çalbayı unutmayalım, tabi ki 'onun hayatının da içine etti'.
Para çalıp zimmete geçirmekle, başkasının mutluluğunu çalıp da üstüne mutluluk inşa edeceğini sanıyordu, ihanet edince, başka erkelerle mutluluğu yakalayacağını da sandı. Mutluluk kafanın içindedir!
Çocuk da zaten gerçekten kendini dahi sanıp öyle de hareket edip. Defalarca da belirtiyor: 'Benim gibi dahiler diye söze başlıyor :)
Ama dahiler milyonda bir çıkıyormuş. Yani Türkiye'de 70 tane dahi olması gerekiyormuş ama söylediğim nedenlerden ötürü dahi olsa da. Türk örf adetleri, din falan, Türkiye'de yetişmesi itibari ile ağzına sıçılıyormuş ve de hatta Türk eğitim sistemin de durum dünyanın en zeki insanı olan (Buradan ötesi gazeteden alıntı) Nadia Camukova, Einstein'ın zekâ testinden 200 puan üzerinden 199.37 aldı. 7 dil bilen Camukova, 25 yaşında dünyanın en genç profesörü oldu.
Dünyanın en zeki insanı ilan edilen Prof. Dr. Nadia Camukova, "Bugün Türkiye'de üniversiteye girmeye kalksam belki ÖSS'yi kazanamam!" itirafında bulunuyor. Türkiye'deki sınav sisteminin öğrencilerin kapasitelerini körelttiğini söyleyen Camukova, sınav sistemi ile ilgili ise şu yorumu yapıyor: "Bir insanın hayatını 3 saate sığdırmak kadar yanlış bir şey yok. İnsan hayatını Milli Piyango'dan çekmiyor ki!"
Dünyanın en zeki insanı Camukova, Türkiye'deki üstün potansiyelli insan özelliğinin dünyanın hiçbir yerinde olmadığını iddia ediyor. Türkiye'nin dahilerinin bilinçli olarak yok edildiğini vurgulayan Camukova, "Bazı üstün zekâlı öğrencilerle normal zekâlı çocuklar aynı ortamda kaynaştırılmaya çalışılıyor. Bu tür yollarla üstün potansiyelli çocuklar yok ediliyor, normalleştiriliyor." diyor. Genç profesör, Türkiye'de televizyon kültürünün insanları tembelliğe sürüklediğine de dikkat çekiyor.
Dünyada genel kabul gören istatistiki verilere göre bir toplumda 1 milyonda 1 dâhi çıktığını söyleyen Nadia Camukova, Türkiye'de üstün potansiyelli dâhi seviyesinde en az 70 insanın olması gerektiğini belirtiyor. Türkiye'de bulunan 70 dâhiden en az 60'ının normalleştirilerek çürütüldüğünü öne süren genç profesör, yeni doğmuş çocuklarla 7-8 yaşına kadar gelmiş olanları kurtarmanın mümkün olduğunu anlatıyor. Camukova, Rusya'daki sistemi ise şöyle özetliyor: "Bu iş devlet politikası olmalı. Bunun içine o çocuğun doğduğu günden itibaren sağlık kontrolü ile birlikte beyin kontrolü gelişmesini inceleme işi devreye girer. 1 yaşına kadar her 15 günde bir, eve gelerek çocuğu kontrol eden doktorları olan ülkeler var. Bunlardan biri Rusya. 1 yaşını doldurana kadar doktor çocuktan sorumludur. Her 15 günde bir, eve giderek evin sıcaklık derecesinden içindeki moral düzeyine kadar bütün verileri, özel defterine geçer. Ve o çocuğun ölmesinden de doktor sorumludur."
Nadia Camukova şu an 30 yaşında. 25 yaşında iken dünyanın en genç profesörü olmuş. 3 yıl önce yapılan Picasso testinde 360 üzerinden 357, Einstein standartları ölçümünde ise 200 üzerinden 199,37 puan alarak dünyanın en zeki insanı unvanını almış. Camukova, Türkçe, İngilizce, Almanca, Fransızca, Rusça, Arapça ve Farsça olmak üzere 7 yabancı dil biliyor. Bugüne kadar 3 bin civarında kitap okuyan Camukova, "Her gün bir kitap okumaya çalışıyorum. Karl Marks'ın Das Kapital'ini 4 yaşında okudum. Kur'ân'ı da aynı yaşta okuyup ezberledim. Okuduğum bir kitabı ikinci kez okumam ama zevk alarak tekrar tekrar okuduğum tek kitap Kur'ân'dır. Her 20 günde bir okurum." diyor. 'Dindar mısınız?' sorusuna, 'İnanacak kadar zekiyim.' diye cevap veren Camukova, "Yaratılışa inanıyorum. İnanmıyorum diyen insanlar kısa vadeli inançlarla yaşarlar aslında." diye konuşuyor.
Yani okumak okuyabilmek çok önemli, öğrenebilmek için hiç bir şey gökten zembille inip uykudayken beynimize girmiyor. 3000 kitap okuduğundan bahsediyor. Atatürk de 'dünya kadar oluyor olmuş, kitap okuyup ona göre, ne yaptığını biliyordu!
Ardan bir iki yıl daha okumayı hala sevmez ise, çok büyük sorunu var demek tir.
Geldiğinde vahim idi. ne yaptıysam olmadı . Tek çare yabancı filmleri Türkçe alt yazılı seyretmeye sürekli ZORLAMAK oldu... Allah'tan imdadıma Japon animeler yetişti. Zorunlu olarak Türkçe alt yazı okuyunca, hızlı ve seri bir şekilde okuması da gelişti..
Psikiyatrın artık çocuk sabah 08.30 da okula başladığı için akşam 20.00 de o melatonin denilen çocuklarda hem uyku getiren hem beyinlerini sakinleştiren, dizginleyen, huzur verip uyku getiren hapı almasını, bilgisayarı saat 20.00 de kapatıp diş fırçalamasını, biraz kitap okuyup da, uykuya kendini yavaş yavaş hazırlamasını salık verse de.
Ardan da bunu gerçekleştire-bilene aşk olsun. gerçekleştiremeyince de kabahatli kim?... Baba.. Akşam 2100 da zor bela bilgisayarı kapatıp da 21.30 hatta yine zaman zaman 22.00 ancak uyuyordu..
Laf dinlemiyordu.. İlk yılımız olması ile bayağı tolerans tanımak zorunda kaldım. Bak Türkiye'ye giderim ha!.. diye tehditler savuruyordu.. bazen yarı sakayla, hınzırca..
Çizelgeler yapıldı, ayna, dolaplara asıldı; eve gelince ceketi çıkartıp, askıya asacak. Ayakkabı, pantolon, çorap, kıyafetler düzgünce belirlenen yerlere konulacak. Pijamalar giyinilecek, diş Fırçalayacak, banyosunu kendiliğinden yapılacak ama hiçbirini düzenli ve daimi bir şekilde yapmadı, yapamadı Ardan..
Psikiyatr, Psikolog ve Pedagoglar'dan ben azarı ben işitir oldum.
'Ne demek yapmıyor!.'. 'Disiplin ve düzen olmayınca bu çocuk ile baş edemezsiniz', diyorlardı hep bir ağızdan. Ayrı yeten belediyenin de ayrı bir deneticisi/aile yardım uzmanı (pedagog) evimize geliyor, o da aynı şeyleri sürekli söylüyordu: 'Sakın kontrolün onda olduğu hissine kapılmamalı, değilse atını istediği şekilde koştur tur. Taviz vermemelisiniz!.. Evdeki patronun kim olduğunu bilmeli ve evdeki kurallara uymalı... Uymazsa ilerde, daha çok zorlanır (sınız).. Vahim sonuçlar doğurur, hem sizin için, hem kendi için. Sürekli ceza, ödüllendirme yöntemine gitmelisiniz.. Hiç bir şeyi öyle kendiliğinden vermemelisiniz, her şeyi hak etmeli vs..'
Tabi ben; baştan birçok şeyi ne yazık ki yanlış yapmıştım.. 2 adet bisiklet öylemesine alınmıştı.. Lap top, her ay, oyunlar alıyordum ki, oğlumun canı sıkılmasın, Türkiye’yi arkadaşlarını fazlaca özlemesin. Renkli, çeşitlilik anlamında zengin bir hayatı olsun! En kalitelisinden 3 adet mont, 5-6 çeşit montumu giysi, 6 adet ayakkabı, onlarca kıyafet aldım, hiçbiri umurunda bile olmadı, değildi..Oysa ne kadar zor şartlar altında almıştım her birini. Ardan, Dönüp bakmadı bile. Varsa yoksa, Yeni oyun ve up grade' lerini istiyordu...
Sonradan, söyledikleri gibi: her şey için çalışıp da, hak etme, ödül, mükafat yöntemine gitme yolunu denediysem de başarılı olamadım, o konuda.
Çünkü standart çikolatası Magnum'u falan alınıyordu.. Hayır, dediler her şeyi hak etmeli, dişini fırçalarsa, vaktinde uyur, kifayeti, ayakkabısını yerli yerine koyar, tüm uyması gerekenleri; günlük banyosunu falan yaparsa ancak verilecek, değilse ceza uygulamalısınız. Bu durumda olan çocukların değilse hayatları kayıyor!
16 10 2014 08:50
duş, kahvaltı
16 ekim 2014 10:05
Bunların; hiç biri tabi ki Türkiye'de de düzenli yapılmayınca.. Birden topyekun, alışkanlıklarının tamamını değiştirmek/uygulatmak; yeni tanıştığı, bir nevi burada kalmasını isteyen bir baba ve özgür yetiştirilmiş biri için, zor idi ve düşündürücüydü. Ters tepip anında Türkiye'ye deki ortamına dönmek isteyip özleyecekti ve de fikir değiştiren annesinin ekmeğine yağ sürecekti!
Türkiye'de, anne ve üvey baba tarafından DA felaket şımartılmıştı. Gerçi en azında orada iyi polis kötü polis rolünü oynayanlar vardı. Burada uzmanlarca desteklenmeme rağmen, annesi de tam arkamda olmadığı için; bu afacan ile baş edemiyorduk. Parmağında oynatıyordu hepimizi.. Biraz da alışageldiği miskin ve pişkinliğini sürdürmekten başka bir şeyi bilmediği için.
Açıkçası aslında Türkiye de de parmağında oynatmış insanları.. Ardan annesini nerde ne zaman ne şeklide kandırdığını anlatıyor, gülüşüyorduk
Ama annesi laf kondurmuyor; her şeyi inkar ediyor. Sanki uyduruyorum! İnsanları parmağında oynattığını zanneden annesini de oynatıyordu, (tabi ki bilinçli müsaade ile vede insanlar sevdikleri tarafından paspas niyetine kullanılmayı pek de yadırgamıyor!) Armut dibine düşermiş
Tabi oğlumun, annesinden, babasından, dedesinden, üvey babasından neleri kaptığı apaçık belli oluyor (du) ama bazen kimden neyi kaptığını anında çıkara masamda; biraz üzerinde kafa patlatmadığımız da, tipik, kime özgü, hal ve hareketleri kimden kaptığını anlıyorsun..
Geldiği tarih itibari ile 9 yaşındaki bir çocuğa göre öylesine şeyler biliyor ki: insanın aklı hayali durur. Ama bazı olasılıklar tanımaksızın, bazı şeyleri yüzde yüz kabul ederek, sanki öyle imiş cesine tüm inancıyla, hayatını bahse koyarcasına (çünkü ilerde onu tongaya düşürüp bu iddialı yanını kullanıp sömürenler çıkacaktır. Koyacak- bu konuda daha ılımlı konuşması hususunda telkininde bulundum çoğu kez) sürekli öyle konuşması, ürpertici; son derece, dikkatsizce sarf edilen sözler..
Sürekli kendini yenilemeden, yüzde yüz doğruluğuna inandığı ve oysa her türlü tartışmaya yoruma ve tamamıyla karşıt doğruluğa açık olan şeylerde böylesine, bir taraf tutan, net görüşler belirtmek; hayatını defalarca kaydırır oğlumun.
Son derece yanlış, doğru olmayan, tartışılır bilgileri en doğru gerçek bil-giymişcesine, zikredip inanıp savunuyor.. Bunlar hep birilerinin beyin yıkaması. Avrupa gibi yerde çatıştığında o kulaktan dolma bilgiler en doğru ilmi gerçekler ile yüzleştiğinde, geç yaşlarda oğlumda bilakis şizofreniyi tetikler.
Kısa devre yapıp, sigorta attırıcı şeyler bunlar. Uyardım annesini, senin eski halin gibi 'keskin konuşuyor'.
'Bak sen bile artık eskisi gibi keskin konuşmuyorsun. İçindeki inançlarını hala net görüyorum ama artık ihtimaller, olasılıklar ve farklı görüş/perspektiflere de yer vermeyi, konuşmasını biraz öğrenmişsin.'
Oysa insan artık bu devirde her 3-4 yılda kendini sürekli yenileyip, dünyayı, gündemi ilimi bilimi, yeni gerçekleri, takip etmek durumunda ..
Oysa oğlum: sağdan soldan duyduğu, ortalıkta konuşulan her kulağa hoş gelen, düşünceyi anında kendisininmiş gibi savunup doğru olup olmadığını araştırmadan zikrediyor
Ben arkadaşlarımda kendi aramızda konuştuğumuz meseleleri anında dedesine annesine zikrediyor Türkiye sağda solda duyduğu aklına yatan her şeyi anında kapıp kendi cümleleriyle zikrediyor.
16/10 10: 13
Benim isteklerim, beklentilerim nedir.. Bir çok şey sıraladım, istediğim beklediğim aslında apaçık ortada:
Mehtaba da defalarca dedim ki gel sadece bir yıl daha burada okusun, Türkiye de sonra, grup 6 dan başlasa dahi kayıp olmaz. Ve bir nevi bu şekilde de anlaşılmıştı!
Ama bu bir yıl 2014 /2015 yılı gerçekten elzem, ola ki, ilerde buraya Hollanda'ya 'gelmek zorunda' kalırsa, çünkü ilerde, hayatta, geçen yıl ve bu yılki öğrendikleri kadar ve bu denli iyi tempoda, ilerde, bu şekliyle hızlandırılmış Hollandaca verilmediğinden, sınıflarda kulaktan dolma kaptığı ile Hollandaca öğreneceği için, hayatta bir daha, hiç bir şeklide iyi öğrenemez. Buraya tam o yaşlarda gelen hiç kimse doğru dürüst öğrenemedi, ben dahil.
Bir kaç bin kelime öğrenmiş vaziyette.. Bir kaç bin kelime daha öğrenip de cümleyi de düzgün kurarsa, ömrü billahi unutmaz. Yirmi yıl sonra da gelmek zorunda kalsa, Hollanda'ya çok fazla bocalamaz. Varsın orada, orta okul, lise okusun, üniversite okumaya buraya gelse de olur.
Bir yıl belki, iki yıl üniversite de zaman kaybeder ama toparlayıp okuyabilir. ya da tamamıyla İngilizce okuyacağı bir Üniversite bulmak zorunda kalırız.
Ama bu yılı bura okumaz ise, ilerde geldiğinde, çok daha zor öğrenir. Hatta resmen öğrenemez. Hollandacayı iyi derecede öğrenmek başka dillere benzemez Almanca, ingilizce gibi kolay değil. imkansız gibi bir şey
Sen (Mehtap) 'süper' liseyi bitirip, bir yıl da üniversite okuduktan sonra, geldin. Bir buçuk yıl dil kurusuna gitmene rağmen 1,5 yılda ve sonraki 7 yılda da hiç bir şekilde ilerletip Hollandacayı ÖĞRENEMEDİN, çünkü dünyanın istisnası en zor dillerinde biri Almancadan da zor!
Halamın; iki kızı da liseyi bitirip de geldiler.. Biri.. büyük olanı hiç okuyamayıp pes etti 2 yıl sonra. Küçük ise önce sosyal akademiyi bitirdi... Gitti 1 yıl çalıştı.. ardından gitti hukuk fakültesini bitirdi vede hala akıcı Hollandaca konuşamıyorlar... ikisi de... okuyan burada kaldı. Okuyamayan döndü Türkiye'ye. Ama oğullarını. yine de burada okutuyorlar.
Ben 42 yıldır Hollanda dayım. Birinci nesilden babam Tercümanlık yaptı. Ben ikinci kuşaklar arasında en iyi Hollandaca konuşup da yazanlar arasındaydım. Babamın Hollandacası rezaletti ama adı tercümandı. Öğretmendi: Hollandaca kurs açıp ders bile verdi... Benimki çok çok daha iyi derecede bir Hollandaca, ama bir Hollandalıyla kıyasla veya bir 3 nesil burada yetişen ile aynı değil. Kıçımı yırtsam da onlarınki gibi akıcı konuşamam. Bir çok sektörde üst düzey bürokrat olamam. Yazamıyorum. Gerçek anlamda iyi bir Politikacı, Üst düzey Politikacı, bürokrat olamam! Bir tane ikinci nesilden, adam akıllı ama hala vasat bir parlementer çıkardık. Onunda annesi türk babası Hollandalı. ve annesinin yanında yetişmiş.
Sadece 1 tane de 3 nesilden üst düzey Hollandalılarla baş edebilen çıktı. Doğru dürüst yazarımız yok. Çünkü çoğunun anne baba bok! Ama kendilerini bi halt sanırlar!
O da bakan oldu diğerleri, hala fasa fiso. Hiç biri, akıcı Hollandaca konuşamıyor. Ardan eğer ki geri göndersen ve de bu yıldan itibaren bile burada kalsa devamlı burada okusa, bile, artık hiç bir zaman mesleği, Hollanda dili uzmanı profesörü dahi olsa, öğrenemez.. O doğal akıcılığında konuşamayacak.
Ama beni biraz geçsin yeter. Ve geçecektir de, ama bu tembellikle olmaz!.. Hollandaca konusunda artık çok donanımlıyım.
Türkiye'de oysa bu boktan Türkçe'm ile bile her şeyi yapabilirim. Ama buradaki bürokratların, politikacıların, hukukçuların dili, apayrı. Ben yıllarca Hollanda camı geliştirmek için uğraştım. Türkçe mi geliştirmek için doğru dürüst hiçbir şey yapmadım.. Sadece gazete okudum. Türk televizyonunu seyretmiyorum bile.. ama Türkçede kendimi daha iyi ifade edebilirim. Hollandaca resmen, hele hele yazı dili itibari ile resmen 10 kat daha zor bir dil.
Kaldı ki Türkiye değil, olmamalı bu çocuğun geleceği, onaylamıyorum ben O ülkeyi, burada olma imkanı var iken. Dayım her zaman demiştir. Oğlum gelmeyin bu Ülkeye, niçin geliyorsunuz. Bu Ülkede 'bir insan hayatı' sudan ucuz!
Ereğli de Savcı ile konuşuyorsun: Bu Ülke, bizim insanımız 50 yıl geçse de; adam olmaz diyor. Kendim yıllarca geldim gittim. Tv, açıyorsun, gazeteleri okuyorsun. buradakiler ile kıyaslıyorsun. Dağlar kadar fark var!
Binlerce yüz binler milyonlarca insan aynısını söyler, Avrupa, Amerika'da okumak var iken, aklı başında kimse çocuğunun Türkiye'de eğitim almasını istemez.
Ne bileyim. düşündükçe çıldırıyorum, öyle bir ülkede okumak neyse de, ilerde yaşamak zorunda kalması bile, vücudumdaki tüm hücreleri ayaklandırıyor.
Bilen, anlayan biri anlar ama, ben her geri zekalıya bunu anlatmak zorunda değilim, anlatamam, anlatsam da anlamaz ki, anlamıyor da.. imkansız bir şeyle karşı karşıyayım sanki!.
Niçin diye soruyorsun kendi kendine. Geri zekalı bir kadın var karşında.. Ben onsuz (ardansız) yapamam diye sırf kendini düşünüyor? Çocuğunun çocuğumuzun, geleceğini düşüneceği yerde. Böyle bir şeyde saçmalama lüksü olmadığını belirtince de.. Destekleyeceği yere köstekliyor.
Sırf istediğini elde etmek için ve daha önceki söylediği yeterince itibar, görmediğinden, bir sürü sürekli değişebilen bahane, gerekçeler uyduruyor.. En ilkin birden,kocası ile birleşir birleşmez: buradaki okullarda artık koleje dönüştürüldü demeye getirdi.
Oysa önceleri Müteahhit Mimar Duran Özbudak abisiyle, Halasının oğluyla konuşmuş. 'Yahu, sen ne yapıyorsun demiş, benim ‘senin gibi’ imkanım olsa.. babası orada olsa... buğun bile 'hiç durmaz orada' okuturdum..
Eminim küzeni Profesör doktor Ömer Özbudak da ayrı düşünmüyordur. ama söylemeleri lazım bu dangalağa. Ablası doktor Sibel Özbudak da söylemeli bunu.
Avukatı Fatma Deniz Bektaş Özbudak da söylemeli. bu kadar da egoist olma senin yüzünden bizlerin ismi lekeleniyor. herkeslerin ağzın sıçıyorsun baksana diye.
Mehtap ise hala kılıf üretir sizlere de kiminle nasıl biriyle uğraştığımı görün.
Eminim sizler de Mehtap tan farkılı değilisizdir ne de olsa aynı kanı taşıyorsunuz. ve bana sizlere yaptığını sizler de başkasına yapmışsınızdır. Görün kendinizi ne mal olduğunuzu ayna da.
Türkiye'deki eğitim sistemi ile Avrupa/amerika bir değil vs vs anlatmış işte..
Buraya kendisi de gelmek istediğinde her şey güllük gülistanlık lehimize idi, çocuğun benden çok o Hollanda'da okumasını istiyordu kendi ifadesinden de acın bakın kamera kayıtlarına.
Bazen: sırf hiç sevemedim, sevimsizlikler-inden ötürü bu kadını diye 'benden intikam mı alıyor?' diye aklımdan sürekli geçirmişimdir.. şaşkınlığımdan çözemediğimden. Olabilir de. bazen sıra dışı düşünmek lazım. Çünkü yaptığı akla mantığa ters! kadın mantığı (duygusu) ile 180 derece değişebiliyor.
Bak dedim göndermeden bir gün önce, uçak biletini sana aldırdım. Bu güne kadar gerçekte aslında aynı zamanda hiç gönderme taraftarı değildim,
Hala da değilim, resmen yapmayı da düşünüyordum. Yarın saat 15.00 de avukat ile randevum var. Çocuğun velayetini üzerime alma başvurusu yapacağız. Avukat 2 yıl sürebilir dava dedi. Bana kalsa 10 yıl sürsün dedim. 12 yaşından itibaren, yani seneye, çok daha rahat alabiliriz velayeti, eğer çocuk da istiyorsa. Zaten Ardan o dönem itibari ile istiyordu.
Ama dedim 2-3 yıl sonra eninde sonunda seninle görüşecek. görüşmeli.. Sen beni yaktın, çocuğu bana göstermemekle, ben de seni yakabilirim göstermeyerek.. Ama yakmak istemiyorum. Ben ne çektiğimi biliyorum. Sen 9 ay kendi salaklığından çektin. Çocuğa zararı var, bir faydası yok, olmayacak ve de ne olur olmaz sana, sizlere muhtaç kalabilir... O çocuk daha... Aklı ile ben ne istersem, beni destekleme mahiyetinde her şeyi söyler, zaten söylüyor da.. 'kendiliğinden'..
Biraz ima edince, yörünge belirleyince; üstüne otomatikman baskı oluşuyor, kimin yanındaysa.. Yaranmak istiyor!
Bu gibi şeylerde satranç misali; hamleler belli, varacağı olası yerler de belli, diyorsun.. Sonuç, kimsenin kaybı da kazancı da olmayıp. Bir tek oğlumun kaybı olacak!
Ama Türkiye'ye dönerse ona kavuşmak için bir daha aynı şeyleri sil baştan yaşamak ve de yaşatmak da istemiyorum.
Bu çocuk, tatillerde evden çıkmadığı için burnumdan getiriyor. Yazın çıkıyor sadece.
Hesap ettim yaza kadar 57 gün tatil günleri var, sonbaharda 2 hafta, kışın, Noel de iki hafta, şubatta ve nisanda 3 hafta. Eğer kendi kendine homurdanıp beyninde kurup, bir daha göremeyecekmiş ve illaki yanında, dibinde olmalı gibi düşünmese idin ..
Dert olmayan şeyleri dert etmeseydin. Bende Ardan da 'ne kadar istedik Türkiye'ye' yanına göndermeyi... Seninle; dedesi, oradaki arkadaşları ile hasret gidermesi , akraba, yeğenlerini görmek, değişik cehre, onun için vitamin, mineral..
Bak dedim mayıs dayız (2014) 9 gün daha tatil var. Hepsini ben ödeyemem ama yılda rahat iki ben öderim ama şimdi değil daha çok eksiğimiz var..
Birini ben diğerlerini sen ödersen. Bu çocuk da adam gibi bir eğitim alır.. Burada kendi ağzın ile söyledin, kameralarda, Süper bakıyorsun bundan iyisi can sağlığı diye.. İşte aynı zamanda psikiyatr, psikolog pedagog falanla da uğraşıyoruz.. Gördün kendin, defalarca söyledin böyle bakan baba dan ötürü memnuniyetini.. Çoğunun mutluluğu, keyfi her zaman dorukta idi ama ben memnun değildim onun hallerinden. Psikiyatr Skypeten seni de üvey babasını da katıp konuşmak tedavi etmeyi sürdürmek istiyorlar. İlk yıl kendilerinin başarısız olduklarını kabul ettiler, psikolog ile pedagog 'beni suçladılar' çünkü. 'Bakamıyorsunuz; gerektiği şekilde, sert disiplini uygulayamıyorsun, uygulamıyorsun diye.. Bu kadar kişinin uğraşması yıllık devlete, sigortaya 10 binlerce euroya mal oluyor.. Oysa anltamadım yıllarca böyle olduğuna ve pis alışkanlıklarını devam ettirdiğine
Bunu da açıkçası seni adam insan yerine koyup anlattığımızda 'cımbızla içinden aleyhime' kullanacağın şeyleri bırak başkasına, utanmadan bana, bide yüzüme kullanıyorsun, iste psikolglar falan da demiş bakamıyorsun diye..
Ben senin daha nereni ciddiye alayım insan yerine koyayım ki!
Neyime yetmez, dedi.. 6 hafta yaz tatili oğlumla hasret gidermek için... kışın veya, nisandaki 3 haftalık olan tatilde de gelirse.. Yeter de artar bile.. diyordu.. dedi ama 'inanmıyorsun ki.' Her şeyi diyeceğini biliyorsun, sırf oğluna kavuşup da bir daha göndermeyeceğini de biliyorsun. Ama mecbursun eninde sonunda göndermeye. Peki ya şimdi, artık o geri bir daha gönderir mi? Gönderebilir mi Yıllarca? biz insan değil miyiz!
Yok, sıçıp batırdı her şeye, yine!
Bak Hollanda'daki avukatlar yıllardır bedava idi, benim durumumdaki adamlardan şimdi 420 euro para istiyor. o parayı daha iyi yere, eksiklerimiz kullanmalıyım, hem de sen 2, belkide 3 yıl çocuğundan olacaksın!..
Bak sen veya kocanız ödediniz, bende uçak biletini ödedin yakması bilirim! Sana sizlere zara açmasını bilirim. Ama gönderdim.
Bana güven artık diye 'her defasında dedin.. '3 dür' sözünü tutamıyorsun.
Hem sen kadınsın, senin sözün geçmez, güven olmaz, bazı durumlarda.. Başkalarının boyunduruğu ile hayatına ve de benim çocuğuma yön vermek istersin gibiler inden söylemek istiyorsun, yüzde 90 nını da söylüyorsun. Zaten söylemek istediğini havada kapıp, her şeyi bildiğini, asla öyle bir şey yapmayacağını söylüyor ama
Akrep, huylu huyundan vazgeçemiyor, vazgeçmiyor. sokuyor seni yine kendiside boğulacagını bile bile
Hollanda'ya geleceği vakit de: sen bana sadece bir kere daha şans ver, bak göreceksin, söz veriyorum, bundan sonra hiçbir zaman yüzünü kara çıkartmayacağım diye defalarca demek zorunda kaldı. (kameralarda)
Gerçi yiğidi 'orospu da olsa öldür' ama hakkını yeme demişler. Oğlumu gönderdi Hollanda'ya ama gerisini getiremedi. Buraya gelememesi, gelmemesi benden kaynakLANMIyor. 'Kendinden kaynaklanıyor'.
İlla varsın ölsün: Sıtkı Çalbay ama her şeye rağmen gel mi deseydim.. bir şey de olmazdı ya..
Her şey, oğlumu bir şekilde mücadele ederek kazanırım ama o şartlarda, ölümünü göze almak, olmazdı.. Olan benim oğlumla, kısıtlı olan yıllarıma, oluyor!
Ama şartlar ilerde değişir. artık durumu biliyor. Aynı toleransı tanımayadığımda kimse birşey diyemez!
Öyle bana sorup da vebal, günah alıp kakalamanın alemi yok!.. Adam intihar edip ölecek, kadın milleti suçu bile bana, başkasına atar.
Senin sayende öldü veya senin sayende hayatta: 'Bana ne, resmen tercihini benden ve de oğlunda yana kullanacak tın bile der utanmadan.
Ben zaten oğlumdan yana kullanırım ama senden yana kullanma zorunluluğum yok! Daha iyi olur gelirsen diye 70 kere dedik.
Acıyana acımazlar. Acımayan erkek arar zaten kadınlar!.. Sanki doğanın kurallarını biz bilmiyoruz.. Ama bir Medeniyette yaşadığımızdan bazılarını haberi yok! Merak etme, ikisinden de haberim var, ikisini de eşdeğer şekilde kullanmasını da bilirim.
Böyle bir kadın 'ibretlik misali, huyu suyu sergilenmeli' halka açık bir şekilde, yargısız infaz da dese kimileri burada, savunsun kendini savunmadı, savunamadı ama yine de utanmaz bir şekilde savunmaya çalıştı kendini ve ailesini, sandı umdu ki gözümde kaçtı onca şey yazdıklarımı, bile okumamışlar, merak etmesin bu kez okuyacaktır!
Mıhlanması lazım; şarttır; söyledikleri, yaptıkları; gökyüzüne... Dünya alem bilmeli ki; ayağını denk alıp uzak durmalı.. Korkulur çünkü kendine bu denli salakça, zarar verip de, aklı sıra sürekli yırttığı, sıyrıldığını sanan 'böylesi yaratıklardan'. Böylesi 'bir aile, sülaleden!.'
Mesele; çocuk: şeker istiyorum,dondurma istiyorum dediğinde sürekli onun istediğini vermek değildir; o her defasında ister!
Mesele; hayır diyebilmektir! Kendisi ben Türkiye'de, Ereğli de, daha mutluyum dese de, Herkesin bilip de kabullendiği, onun gelecekteki mutluluğunun Hollanda okuması olduğunu bilip, kabullenip ve buna uyup, uygulamaktır. Kendi zafiyetlerimizi 'bir yana bırakıp da' değilse başkalarının hayatı ile oynarız!!
Bu karının ebedilik ağzına sıçmalı diyorsun, ama balık hafızalı!.. Dün olanları hemencecik unutuyor.. Herkesler unutuyor. Gerçek utanma duygusundan yoksun olduğu için yüz-süz-leşmiş!.. Kural tanımıyor! Etik/ahlak ve verilmiş sözün, antlaşmaların hiç bir değeri yok. Gönlü nasıl isterse; kitabı, kılıfına uydurma derdinde; o esnada neyi duymak istiyorsan; onu söylüyor; istediğini elde edene kadar. Bunun yaptığında da o kadar açık veriyor ki oğlum bile anlıyor!
Hayata bakış açısı bundan ibaret. İstediğini elde etmek için; her yol mubah; herkesin; her şeyin üstünden tren gibi geçiyor. Beyinsel her türlü orospuluk
serbest. E o zaman iyi Müslümanlığa yatsan kadı kızı olsan, Allahın kız olduğunu iddia etsen, tasdiklenmiş olsa ne yazar. Bana bir beyin verilmiş idrak da edebiliyorum, hesap kitap da yapmasını biliyorum. Hayatımda tek olmak istediğim şey film/tiyatro yönetmeni olmaktı, çocukluğumdan beri, kaliteli filmlerle büyüdüm o konuda kitaplar, eleştiriler okuyarak büyüdüm müsaade et de kimin iyi aktör kötü aktör olduğunu az çok anlayayım.
Biz de tren gibi geçmesini biliriz, bizim üstümüzden tren gibi geçmeye yeltenenlere. Bir yerde insanın bir sınırı olmalı. Ben kendisinin boşanmasına ön ayak olsam, kocasının gözlerini açıp uyandırsam ne olacak.
Benim derdim oğlum; ona da ancak o yolla kavuşacağım açık/belli, ben meramını bildikleri sıraladım seçim onun seçimi her şeyimle net ve açık biriyim
Boşarsa adam Mehtabı. Rezil olup ortada kalacak, acından ölür. Ereğli de aklı olan kimse ona iş vermez; başka şehirlere gitse kazandığı para kira ve aylık ihtiyacı ve giderlerini karşılamaz. Mecburen tekrardan evlenecek. Bu yazılar burada olduğu sürecede, koca da, iş de bulamaz aslında. Ama oğlumun annesi 36 yaşında gidip de kerhanede de çalışmasını kimse, ben bile istemem. Kaldıramam oğlumun annesi her hangi başka boktan iş te çalışıp da ömür boyu kira ödeyerek sürünmesi de.. Çünkü onun durumu kimi etkileyecek? Oğlumu etkileyecek. Hele ki bana bir şey olursa. Zaten oğlumuzun aklı başına geldiğinde de o da kaldırmaz.
Mehtap orada hiç bir bok yapamaz tek başına. Benden çaldığı paralar ile bir daire ile iş yeri aldığını kameralardan duydunuz. Zaten kadastro ve vergi dairesinden bu ikisini de kendim dedektiflik yapıp öğrenmiştim. Tespit edilmemiş sır değildi. Artık oğlumun yalancısıyım 3 tane de araba alıp satmışlar!.
Onu bilmiyordum. Artık gerçekten hepsini carcur mu ettiler? Bilinmez! Ben buradan gene bir şeyler yapacağım, oğlumun adına veya kendi adıma
Bunu Mehtaba da söyledim. Ardanın geleceği neredeyse bir dairelik garanti altında ama henüz tam değil. Türkiye'den bir daire alacağım ki başlarını sokacakları bir delik olsun, uğraşıyorum. Yüzde sekseni hazır. Ama beni baltalayıp köstekliyor, ayıp yahu. İnsan bu kadar da oğulsuz yapamıyorum diye ona öylesi, egoistçe sarılır mı?. Elimdeki imkanları mahvediyor, etti yine. İki yıl geriye attı ,atıyor beni de oğlumu da.. Oğlumun Hollanda'daki tüm imkanlardan faydalanmasını mahvediyor, köstek olup, sabote ediyor.
Oğlumu etkileyen her şey beni de etkiler. Ama iyi bir ders, haddinin bildirilmesine ihtiyacı var Mehtabın. Bunu da sizler olmadan, herkes elini vicdanına koymadan yapamam; yaparsam kontekstinden çıkıp. Maydanoz olan, kendini siper edip, bozuk para gibi harcatan insanlar çıkıyor, çıkar, çıktı da, başkaları çıkıp heder olacaktır da. Biraz akıl biraz da sağduyu ve gerçekleri görebilme kabullenebilme duygusu gerekli.
Haddini herkesler bildirmeli ki, yeter artık Mehtap diye. yapmazsanız da gene siz bilirsiniz. Gitsin iyice Allah'a falan sığınsın, kapansın; kendini kandırsın Allah yolunda namuslu kadın olsun; kocasına yemek yapsın, evini süpürsün. Çocuk büyültmek okutmak gibi, ciddi meseleleri sorumluluk sahibi, ciddi ne yaptığını ölçüp biçip; ne gerekiyorsa onu yapıp, imkanı olanlara bıraksın.
Onun başka hiç bir bokuna kimsenin ihtiyacı yok. Gerçekten işe yaramak istiyorsa uslu durup sadece çenesi kapatsın. Hiç bir işe karışmasın, hangi işe el atsa mahvediyor! Onsuz her şey bin kat daha iyi döner, işler. Erkek çocuğunun, bu yaştan sonra artık ona ihtiyacı yok, olamaz da. Ardan'a bıraksan; Ardan bana akşama kadar akıl verecek. Ben de ona akıl verecek değilim, Geç kalmışız artık bunun için denerim mutlaka. (eninde sonunda da başarırım)
Önüne yemeğini koy iste uzmanlarında gözetimi altında her türlü yardımı alıyorum. Oğluna iki seviyorum desin yeter. Ardana kalsa, 1 yıl geçse, aramaz kimseyi; arkadaşlarından başka; bunu gördük; yaşadık
Ama belirlediğim 300e yakın kitap var. İngilizce hepsi de; Onları okusun yeter; benim akıma fikrime ihtiyacı olmaz bile. Çoğu para kazanmakla ilgili. Onu da sırf oğlum sürünmesin diye yapmak istiyorum. Onları okusun; ben ömür boyu görmesem de olur oğlumu.
Benim derdim başka. Ama tercihen tabi ki mutlaka da Holanda'da okumasın da isterim. Hollanda da ciddi iyi bir eğitim alıp da buralara alışan hiç kimse gelip de Türkiye'de yaşamak istemez. Farkı görebilenler istememeli
Bıraksın Mehtap önemli işlerde karar vermeyi. Onun destek olacağı yerde köstek olan geri zekalı beynine kimsenin ihtiyacı yok. Ben 30 yıl esnaflık yapmış adamım, insanları da tanırım, orta yolun ne olduğunu da bilirim. Sırf iyi bir insan olmamı, ahmak, enayilik ile karıştırıp; çalıp çırpıp; her şeyleri yapabileceklerine inanmalarına, hepiniz, herkesler şahit oldu. Cezalandırmadınız.. Bak ben nasıl cezalandırmak zorunda kalıyorum, hepinizi dahil ederek.
Hakkımdır laf dinletemedim çünkü sizlere.. Ondurdunuz, şımarttınız, bir cani yarattınız! Ben sadece altını çiziyorum. Yapılanlar belli, yarın bir gün sizlere de benzerini yapacak bu kaçınılmaz.
Yapıyorlar da aslında. Ananızı; akrabalarınızı; yüzsüzce utanmadan kandırmaya çalışıp zehirliyorlar sonrada Yavuz Gökşen gibi birinin oğlu Ömer Gökşen çıkıp 'İlyas abi, sen de karını ortalıkta bırakıp kaçtıktan, 10 yıl sonra ne laflar ediyorsun' diyebildikten sonra ben sizin ananızı avradını sülalenizi dünyanın huzurunda sikmek en doğal hakkımdır ve sizlerde bu lafları kendi pisliğinizi kendiniz temizlemediğiniz için yemek zorundasınız.
Hepsi suratlarına tükürmeyip evlerini ziyaret etiklerinde onların huzurunda benimle telefondayken burnu da bi karış çıkartıp kıcıyla bana ve piyasalara kıçıyla gülüşünü; mahkemeyi ben kazandım demesini sizlerin, Mehtabın da gözü ve götünüze kastıra kastıra sokmadıkça ben meramı anlatamamışımdır, demektir. Şeytan da ortalıkta cirit atıyor demektir. Mezara girmeyi tek kabul etmeyen şey karakter miş. Ve adalet yerini buluncaya dek. Onların siz ağzına yeterince hadlerini bildirinceye dek bu iş sürer. Zaten öyle bir hale getirmeli ki o orospuyu . önüne arkasına levha takıp Ereğli'de yaptıklarımdan ötürü özür diliyorum diye 3 gün dolaştırtmalı . Zaten gazetede içten samimi ilanınızı bekliyorum. Gayri samimi olanını bile kabul etmiyorum.
Her şeyi belli olan, tartışılacak bile bir yanı olmayan konularda. Hepinizin ne kadar geri zekalı olduğunu da ispatlamış oldum. Sırf Mahkemeyi kazandığının arkasına sığınarak. İtiraflarını (hani ben zaten biliyordum, Mehtap da biliyordu ama ben sizler için, oğlum için konuşturdum Mehtabı)
seyredip, dinleyince neler yapacağınız merak ediyorum doğrusu. Bence Hala kimseciklerin bir şey yapacağını da sanmıyorum. Görmüyorum ki çünkü sizlerde
öyle bir ışık. Ve zaten biliyordunuz aslında. Sırf orospuluğun-uzdan 3 maymunu oynuyordunuz. Öyle her iki tarafa yaranmakla olmaz! seçim yaptığın anda; ya orospuluktan yanasın yada doğrudan yana... Orospuluğu seçip arka çıktığın sürece onlar beraber yanmaya da razısın demektir. Bunu bir çocuk bile bilir.
Her daim yalan ve inkarları ile çok büyük menfaatleriniz çakışmadı henüz; hele bir çakışsın; bak gör o zaman, ikna edebiliyor-musun. Hiç biriniz yenip de ikna edemezsiniz Mehtabı ve ailesini. Gecen yazdığımda da ikna edebildiniz mi? 6 aya yakın durdu o yazılar internette.. Yazık değil mi sizlere. Zorla pes etti. O da sadece kendi oğlumla ile tanışmak istememe rağmen; kırk dereden su getirdiler. Var mı bundan orospu bir aile!
Sizlerin bu yazılar ihtiyacı olacak... kopyalayıp muhafaza edin bir yerlerde, bir gün mutlaka lazım olacak. Ben çünkü silerim belki bir gün.
Diğer yandan demek oluyor ki aslında çoktan, büyüme esnasında Mehtap ailenin, çektikleri; aptallıkları, imkansızlıklarından mı ötürü; utana sıkıla yüzleri fazlasıyla kızarmasından: kızara kızara, yüz-süz-leştiklerine, inanmak zorundasınız... ya da genlerinde var!..
Daha önce yazılan yazıların hepsini aslında Sıtkı Çalbay da okumuş olması gerekiyordu. Ama doğru dürüst okuduğunu sanmıyorum. Okuma kültürü ve de okuduklarını algılayabilme; yanı anlama kültürü olması lazım. Değilse ta ilk okuduklarında 'doğru teşhisi' koyabilmeliydi. Yazık, çok fazlasıyla güvenmiş Mehtap'a demek ki. İyi gözünü boyamış. İyi kendine çekip bağlamış. Kandırma kabiliyeti gün be gün pişiyor demek ki, ustalaşıp tam bir kurda dönüşecek. Bunun kahrını en çok çekecekler, belli.
Önceki yazılarımın veya yazan hakkında ta baştan notunu olumsuz vermiş. Veyahutta Mehtap hemencecik iddiaları bertaraf edip, ikna etmiştir,
Yani kandırılmış olmalı, hemencecik. Ya da adam Türkçede de okuduğunu anlayamıyor. Çok basit yazıyorum oysa.
Sanmıyorum; gayet okumaya müsait ama herkeslerin uzun yazı okuyabilme yapısı yok!..
2 yıl önceki yazıların; kısa bir bölümünü ancak okumuş; gerisini zaten yazı okuyamayan Mehtaba sormuş olma ihtimali yüksek gözüküyor!
Onlar ise her şeyi söylemişlerdir. Cahil anasının uydurduğu kocakarı lafları: karşı taarruz.. Hala eski karısını seviyor.. bu yüzden yapıyor falan filan. Kulağıma geldi öylesi geri zekalı laflar. Komedi Resmen.
Kimin; kime güldüğü bile karıştı.. Ama birileri; bir çoklarının eğlendiği kesin! Gülsün doyasıya, hakkıdır mutlaka!
Diyorsun ki, Eğer ki adam daha önceki yazıların yüzde 10 (%10) bölümünü okuyup da anlayıp da idrak etmiş olsa.. O saat karıyı boşayıp.. Yazıları da gerekçe ispat gösterip; beş kuruş nafaka, ödemek zorunda kalmadan anlaşmalı boşar. Hele şimdi bu yazılardan sonra.
Böyle durumda bizzat gelip Sıdkı'nın lehine şahitlik yapacağımdan Şüphesi olmasın. Tek celsede istediği şekilde kazanır davayı.
Dilerse benimle evliyken Mehtap Gökşen, 2. sevgilisi Sefer Çorak'ı da (Zafer çağırma adı ama kütükte Sefer geçiyor) İstanbul'dan getirtirim veya yazsın, şahit olarak adamın İstanbul, Küçükçekmece, ev adresi belli; taşındıysa bile bulunur; her türlü doğum yeri ve doğum tarihi baba adı falan bende mevcut. Benim ismim soyadım bitişik hotmail com adresimi biliyor. Yazsın oraya 2 sevgilisinin adresini istediğini. Gerçekten buraya kadar okuyup okumuyor mu? Bakacağız. Çünkü kamera kayıtlarını en kolay email adresine gönderebilirim. Herkesin herşeyi seyretmesine gerek yok. Ama Sıtkı Çalbay ile Müteahhit Duran Özbudak yazarlarsa email adreslerini gönderebilirim sanıyorum Duran Özbudakın kini iş yeri sitesinde bulabilirim. Ona hele mutlaka göndereceğim ki annesi Yıldız Özbudaka seyrettirsin ki ömürlük sussun Mustafa Gökşen orospusu ve tayfası.
Benimle evliyken 1 sevgili Nadir Can Şeviş'i de şahitliğe zorlayabiliriz. Sıçarım o orospu çocuğunun ağzına; buralardan ismini zikredip; gitgide fazlalaştırıp, çoğaltıp; İnternet'te bir iş adamı olarak adının fazlasıyla geçmesinden bi şekilde rahatsızlık duyacaktır!
İnsani görevini artık yapsın, pezevenk. Başka hiç bir bok beklemiyor istemiyorum ondan. Ayıp değil ya bir koca olarak her türlü hakka sahipsin.
Yahu ben kim ile evlenmişim bilmek istiyorum hakim bey, dediğinde; hiç kimse bir şey diyemez. Bana neler anlatmıştı, gerçek bambaşka çıktı. Eski bizim boşanma davamızla ilgili dosyanın da hepsini isteyebilirsin. Zaten bunları Mehtaba ve avukatına söyledin miydi. Tek celsede boşanırsınız ama yerinde olsam gerçeği tam öğrenirdim, varsın boşanma davası bir kaç ay sürsün!
Evliyken boşanıp da Hollanda'ya gelmek isteyişini düzgünce anlatmamıştır. Kamera kayıtlarına var!
Olup bitenlere inanmak istemeyen bir adam kafasını kuma gömmek isteyen Deve kuşundan farksızdır.
Ona NE söylesen fark etmez dolayısıyla buradaki olup bitenlerden de rahatsız olsa da seviyorsa takılıp kalır.
Hatta bu tür insanların 'bazıları', suçluyu asla karısı olarak görmek istemezler. Yani ben ne desem yazsam is-patlasam dahi. Mehtap'ların mahkemelere sunduklarını tekrar yayınlayacağım; onlara göre: paraları alıp kaçan, onları, çocuğumu da kendi Mahkeme beyanları ile 'beş kuruşsuz, üstelik ortalıkta' bırakan adamın biriyim. Üstelik oğlumu öldürmek isteyen, şizofreninin biriyim. Sülalesine buna benzer mektuplar yazmam yüzünden!
Düşünsenize 2 yıl öncesi ki gibi ortalığa çıkmasaydım. Polislerle; bir gün kapıya dayanıp; oğlumun yıllardır benden gizlendiğini ve görmek istediğim ile karşı karşıya kalacaktı: hem oğlum; hem de Sıdkı Çalbay! Sonrada tutup oğlunu Hollanda'ya gönderiyor arkasında da kendi gelmek istiyor.
Bir adamın tutumunu, inançlarını, daha hareket etmeden; ağzını bana karşı açmadan bile, benim gibiler tarafından ne söyleyeceği düşüneceü bilinir, tasvir edilir. Çünkü normal aklı başında bir/her erkeğin; bazı durumlarda yapması gerekenler, bellidir. Hem de gayet açık bir şekilde bellidir.
Hiç kimse artık eskisi gibi: 'Çekip de' karıyı, namusunu lekelediği -'ne', sayıp, 'vurup öldürmesini', beklemez. Bu; bu devirde geri zekalılıktır.
İnsanın 99 tane canı olması gerektir; çünkü, piyasa Mehtap gibilerle dolu. Hangi birini öldürüp mahkemelerde çürüyeceksin.
O karıyı öyle yetiştirenler, öyle davranmasına müsaade edenler düşünsün.
Hem, karıyı er zapt etmez, AR zapt edermiş (Türk ata sözü)
Evet, çok büyük bir hayal kırıklığına uğratıldığı belli.. Üzücü!.. Bunu kabullenmek kolay değil ama kabullenmedikçe, işi daha da zora sokar. Ben de hayal kırıklığına uğradım. Bırak ne hali varsa görsün ben onu Hollanda'ya falan artık geri getirirsem oğlumun ölüsünü göreyim. Sözüm söz. Yüzüme vursun!
Çok fazla inanıp, umut bağlayıp, hayalleri; yani inançlarının parçalanıp; dağılmasına tahammül edemez, edemeyebilir. Bunun için Mehtaba, bana kendine de kızabilir.
Ama kızmasın, çocuk da değil, genç yaşta bakire bir hatun da almadı. Bunlar bu devirde herkesin başına gelebilir. Her gün hatta kaç kişinin başına geliyor
Bakire alan bile 3-5 yılda kocasında karısında bıkıp, evlilikte boğulup İnternet'ten başka insanlarda medet arıyor.
Herkes; her kadın, bu devirde öz geçmişi ile ilgili bölümü biraz örtbas, kamufle; kendi lehine çekerek, renkli anlatır. Mehtap tam uydurmuştur. Bazı şeyleri de gerçeğe yakın anlatmıştır. Ama bir tek şeyi düşünsün Sıtkı Çalbay. Eğer ortaya çıkmasaydım, oğlumun az buçuk aklı fikri erdiği yaşta, ismini Yeni mahalle ilk okulunda bulmasaydım, ömür boyu aramadı etmedi oğlunu diye yutturacaktı!.
Benim için; bu bilgi bile, bu karıya boşamak için yeterli bir bilgidir. Şimdi yaptığı bile, oğlum ile yine yıllarca karşılaşmama durumu ile açık açık karşı karşıyayız. 8 yılımı gasp ettiniz! oğlumsuz; bir 8 yılıma daha gasp ederseniz. Bana savaş açmış: gel ne yapacaksan yap, senden korkmuyoruz, çekinmiyoruz. saygı da duymuyoruz; insan yerine de koymuyoruz, demekte-sin. Mehtap bir kadın ve ne mal olduğu belli der daha önce de dedi! Mustafa Gökşen ve tüm tayfasını tutumu da belli. Hazır oğlun Ardan da kendi ağzı ile Türkiye'de kalmak istiyor; ben ne yapayım diye, yapılması gerekeni, bu çocuğun geleceği için en iyi eğitimin Hollanda olduğunu bildiğin halde, sen de köstek olur da hem onu önünü hem de benim önümü kesersen. Benim ve oğlumun geleceği ile bile bile oynamayı göze almış olmalısın. Öyle konuşun telefondan engel olan mı var demek yok! ben kendim burada okumaz ise seneye kendim bizzat göndereceğim ve her türlü destekleyeceğim diye bin kere dedim.
İlk sekiz yıl dan ötürü Mehtabın söylediklerin arkasına sığınabilirsin. Orada bile aklından mutlaka geçmiştir. Bir baba nasıl olabilir de evladını 8 yıl hiç aramaz diye. Nasıl olur da aklından geçirmezsin. Mümkün değil, mutlaka geçirmişsindir. Kim bilir ne laflar ile geçiştirmiştir Mehtap. Peki o caniyi (Mehtabı) hiç mi yüzleştirme-din? Yahu adam yana yana oğlunu arıyor; kavuşacağı günü dört gözle bekliyor. İstanbul K. çekmecedeki, yeni mahalledeki okul müdürüne oğlumla görüştürmek istediğimden senin haberin olmadı mı? Sana da ev adresine de mektup yazdım, o da mı eline geçmedi. internette yazılı kaldı?
Peki, Mehtap Gökşen'in İstanbullar'dan, Senin o yazdığın yazılar yüzünden Konya Ereğli'ye kaçtık deyişini, seyrettin mi kamera kaydından? Haberin var mıydı bundan, yok muydu bilemiyorum. Varsa, zaten yuh senin adamlığına.
Ben öx babayken bile ısrarla söyledim yahu konuşsun bu adam yazık 5 yıl üvey babalık yapmış. Oğlu saymış, sevmiş. Ne çıkar diye defalarca Mehtaba söyledim. İnanmıyorsan sor oğluma, tabi annesi bu yazıları senden önce okuyup da oğlumun kanına girip de sana ne söylemesi gerektiğini belletmezse. Baksana o kadın, oğlumu da kendine uyduracak. Kendi, yalan ve açıklarını kapatmak içim kimleri kimleri kullandı. En çok da oğlumu kullanacak!
Neye benzeyecek o çocuk ilerde? Erkekliği şimdiden madara edecek eden etmiş ola bir anne var devam edip iyice cılkını çıkartacak
Eğer biliyor duysan ve Mehtap ile: 'yahu öz babası bu, sağlıklı bir öz oğlu ile diyalog halinde olmalı' diye hiç mi diyemedin.
İnsan olan herkes, hararetli, gerçekçi, çatır çatır tartışmış olmalı ve Mehtabı da ikna edebilmiş olmalıdır. Bu senin insanlık vazifen, değilse Allah'ın oğlu olsan ne yazar! Mutlaka konuşmaya çalışmışsındır. Ve ne yazık ki o konuşmanın sonucu da belli!
Hatırlıyormusun bu yazını ta başındaki ilk cümleyi.
Gerçek; akılla keşfedilir.
ikinci cümleyi hatırlıyormusun?
Kadın her şeyi gören gözü bile aldatır. - Dostoyevski
Eh, her şeyin aslında doğrusunu bildiğin halde en durumda olduğunu; sana daha fazla kendini anlatırsam çok büyük saygısızlık yapmış olurum..
Bu konuda çok uzun bir monoloğa girebilirim ki girmediğime şükret.
Çok tehlikeli bir kadın Mehtap. Düşman başına. Ama hiç ummadıkları saf temiz çocuk. O zamanlar ki görüntüm öyleydi hala öyleyimdir. vur kafasına, al ekmeğini ağzından. 18 yaşındaki 'çok derin kültür yapmış' Mehtabın beni 4 gün tanıdığında huzurumda otobus ile savuşturduğundaki zikrettiği laf.
No comments:
Post a Comment